30 Aralık 2009 Çarşamba

PHP Nedir ? PHP Tarihçesi ve Özellikleri

PHP Tarihçesi

PHP, ilk olarak 1990’lı yılların ortalarında Rasmus Lerdorf tarafından geliştirilmeye başlanmıştır. Lerdorf’un amacı kişisel bilgilerini internet üzerinden yayınlamaktı. O tarihteki teknolojide, günümüzdeki gibi gelişmiş web tasarım yazılımlarının bulunmamasından dolayı , kişisel web sayfası yapmak çok daha zordu. Buradan yola çıkarak, kişisel web sayfası yapmak için bir yazılım hazırladı ve adına Personal Home Page (PHP) adını verdi. PHP, Perl dili üzerine kurulu bir dil olarak geliştirilmeye başlanmıştır. PHP’ nin çok tutulması üzerine web tasarımcılarının çok ihtiyacı olan, yani form yoluyla ziyaretçiden gelen bilgileri işlemeyi sağlayan eklemeler yapılarak adına PHP/FI (Form Interpreter) adını aldı. Kimileri tarafından programın bu versiyonu PHP2 olarak adlandırıldı. 1995 yılının ortalarında PHP Lerdorf’un kurmuş olduğu bir grup tarafından daha da geliştirildi. Bu sefer Perl dilindeki fonksiyonlardan tamamen arındırılmış ve Object Oriented (Nesneye Dayalı) bir dil haline getirildi.

Günümüzde PHP4 versiyonu ardından çok daha güçlü ve çok daha çok özellikli halde PHP5 versiyonu geliştirilmiş durumdadır. PHP dili Linux gibi Açık Kaynak Kodlu bir dildir ve ücretsiz olarak dağıtılmaktadır ve geliştirilmektedir. Linux, Unix, Windows tabanlı işletim sistemlerinde çalışabilen versiyonları mevcuttur.

PHP Nedir?
Platformdan bağımsız (Windows,Linux, Etc.) çalışabilen sunucu taraflı, Html gömülü betik dilidir. Perl, C/C++ tipinde script dilidir. Bu dillere aşina olanlar ve herhangi bir programlama dilini bilenler PHP yi fazla vakit kaybetmeden öğrenebilirler.
Oracle, Adabas D, Sybase, FilePro, mSQL, Velocis, mySQL, Informix, Solid,dBase, ODBD Unix dbm ve PostgreSQL veritabanlarıyla güvenli iletişim kurabilir ve IMAP, SNMP, NNTP , POP3 , HTTP servislerine bağlantı kurabilmektedir.
Platform olarak "Linux & Apache & mySQL" kullanılması en yaygın ve önerilendir. Siz kendi sisteminizde de sorunsuz kullanabilirsiniz.

Diğer Betik Dillerinden Farkı
--------------------------------------------------------------------------------

Php'nin diğer betik dillerinden farkı mevcuttur. Bunlar;

PHP'nin JavaScript gibi istemci tarafına hitap eden betik dillerinden en önemli tarafı sunucu tarafından yorumlanmasıdır.

PHP'de istemcinin istediği betiğin söz dizimi JavaScript'deki gibi HTML kodunun içerisinde görünmez.

PHP'nin Perl gibi betik dillerinden en önemli farkı HTML içine gömülebilmesidir.


Kaynak: PHPKaynak.com

Kelebek Script İndir

FTP Sunucuları , FTP Nedir ?

FTP’nin açılımı File Transfer Protocol’dür; yani Dosya Transfer Protokolü. Adından anlaşılabileceği gibi bu sunucular dosya sunar. Örneğin bir bilgisayar firması yeni donanım sürücülerini, bedava yazılımlarını kullanıcılara FTP sunucusu üzerinden iletebilir. Web sayfalarından dosya indirmekten farkı, çoğu FTP sunucusu hat kesintisi gibi durumlarda yarıda kalan dosyaları kaldığı yerden indirmeyi destekler, farklı bir protokol olarak daha hızlı dosya indirmeye izin verir; aynı zamanda çift yönlü olduğundan kullanıcının FTP sunucularına dosya iletmesini de sağlar.

Örneğin bedava Web alanı veren bir siteden bir alan aldınız; hazırladığınız Web sayfalarını oluşturan dosyaları bu alana göndermek istiyorsunuz. Bu işlemi, size verilen kullanıcı ismi ve şifrenizi kullanarak ilgili FTP sunucusuna gönderebilirsiniz. Bir kural değildir ancak, genelde Web adresleri www. ile başlarken, FTP sunucu adresleri ftp. ile başlar. Bazı FTP sunucularına sadece belirli kişiler kullanıcı ismi ve şifreyle girebilirler. FTP sunucuları PC’nizde olduğu gibi klasörler şeklinde düzenlenmiştir ve herkesin kullanımına açık olan klasörler genelde pub adlı klasör altında bulunur. Gelişmiş özelliklere sahip bir FTP programının adını vermek gerekirse, CuteFTP’yi örnek gösterebiliriz. FTP sunucularına Web tarayıcı programlarımızla da bağlanabiliriz ama bu iş için özel geliştirilmiş FTP programları daha fazla özellik sunar.

Internet adreslerinde görülen kısaltmalar ne anlama gelir?

Internet'e bağlı kuruluşlar değişik gruplara ayrılabilir ve bir kuruluşun domain adresi, o kuruluş hangi gruba dahilse ilgili kısaltmayı bazı istisnalar dışında mutlaka içerir. Ayrıca, ülkelerin 2 harfli tanitim kodları da (Amerika Birlesik Devletleri ve Kanada çıkışlı adreslerin çoğu ve geniş bir kitleye servis sunan bazı birimler dışında) adresin sonuna eklenir. Internet adresi, eğer özel amaçlı bir servise (ftp, gopher, www gibi) aitse, genellikle, bu durum, adresin başında kullanılan bir kısaltmayla verilir. Asağıdaki liste, adreslerde kullanılan bazı kısaltmaları ve ne anlama geldiklerini göstermektedir:

gov : Hükümet kuruluşları
edu : Eğitim kurumları (üniversiteler gibi)
org : Ticari olmayan, kar amacı gütmeyen kuruluşlar
com : Ticari kuruluşlar
mil : Askeri kuruluşlar
net : Servis Sunucuları (Internet Servis Sağlayıcıları gibi)
ac : Akademik kuruluşlar (bazı ülkelerde edu yerine kullanılmaktadır)
int : uluslararası organizasyonlar, kuruluşlar
ftp : FTP Arşiv Sitesi (ön ek)
www : World Wide Web Sitesi (bazen web de kullanılır) -ön ek-

Bazı ülke kısaltmaları : tr:Türkiye, jp:Japonya, uk:Ingiltere, it:İtalya, ch:Isviçre, ca:Kanada, ru:Rusya, id:Endonezya, nl:Hollanda, de:Almanya, fr:Fransa, il:İsrail, no:Norveç, se:İsveç, fi:Finlandiya, gr:Yunanistan, hr:Hırvatistan, yu:Yeni Yugoslavya, br:Brezilya, bg:Bulgaristan

Statik Ip Nedir ve Statik Ip adresi nerelerde kullanılır?

IP adresi bilgisayarınızın internet üzerinde ulaşılmasını sağlayan adrestir.

Genelde Çevirmeli ağ,ISDN,ADSL bağlantılarında her bağlantı yapıldığında farklı bir IP adresi alınır.

Statik IP adresi alınması durumunda yapılan her bağlantı için aynı IP adresi alınacaktır.

ADSL hattınıza bağlı bilgisayarınıza kurabileceğiniz web, alan adı, FTP, e-posta sunucusu gibi hizmetler için gerekir.

World Wide Web ( WWW ) Nedir?

Kısaca Web; Internet'in en çok kullanılan alanı. Şöyle düşünün: Elinizde yazı, resim, grafik, hatta müzik, video, animasyon gibi öğelerden oluşan bilgiler var. Bunları uygun bir şekilde bir araya getirip, başkalarıyla - hem de milyonlarca kişiyle - paylaşmak istiyorsunuz. Takdir edersiniz ki, bu malzemeleri dosyalayıp, çoğaltıp, adresini bilmediğiniz kişilere ulaştırmanız mümkün değil. Peki ya bunları tek bir yere koysak, isteyen gelip kendisi izlese nasıl olur? İşte Web'in mantığı budur. Bilgisayarlardaki bu işe özel yazılımlar (Web tasarım yazılımları) ve bunlarda kullanılabilecek özel formatlar sayesinde bu öğeleri bilgisayarda görüntülenebilecek sayfalar halinde düzenleyebilirsiniz. Tabii, düzenlemekle iş bitmiyor, bunları herkesin ulaşabileceği bilgisayarların, yani Internet'e sürekli bağlı Web sunucularının üzerine koyup, kullanıcının bu sayfalara erişmesini sağlayacak bir adrese atamalısınız. Tabii, bu iş yeni başlayanların görevi değil, biz şimdilik Web sayfalarının ne işe yaradığını ve zaten Internet'e konmuş Web sayfalarına bağlanacağımızı öğrenelim.

Tüm dünyada firmalar, kuruluşlar, resmi veya özel kurumlar, yayıncılar, hatta bu işi hobi veya zevk olarak yapan veya sadece başkalarına yardımcı olmak isteyen amatörler, Web sayfaları düzenleyip bunları bir Web sunucusu üzerinden yayınlıyor. Dünyada birkaç sayfalık amatör sitelerden on binlerce sayfalık mega sitelere kadar milyonlarca Web sitesi bulunuyor. Her bir sitenin, her bir sunucunun bir "Web adresi" var. İşte Internet'e bağlandığımızda, bu Web sayfalarını görüntülemeye yarayan, Web tarayıcı (Web browser) adını verdiğimiz yazılımlara bu Web adreslerini yazıp o sayfaları ve üzerindeki öğeleri izleyebiliriz.

World Wide Web'e bağlanmak için Microsoft Internet Explorer veya Netscape Communicator gibi Internet paketlerini kullanmanız yeterli.

TCP/IP nedir?

"Bilgi Ağı" üzerindeki bilgi iletimi ve paylaşımı bazı kurallar dahilinde yapılmaktadır. Bu kurallara kısaca "internet protokolleri", ya da TCP/IP protokoller ailesi denir. TCP/IP (Transmission Control Protocol/Internet Protocol), bilgisayarlar ile veri iletme/alma birimleri arasında organizasyonu sağlayan, böylece bir yerden diğerine veri iletişimini olanaklı kılan pek çok veri iletişim protokolüne verilen genel addır. Bir başka değişle, TCP/IP protokolleri bilgisayarlar arası veri iletişiminin kurallarını koyar.

Bu protokollere örnek olarak, dosya alma/gönderme protokolü (FTP, File Transfer Protocol), Elektronik posta iletişim protokolü (SMTP Simple Mail Transfer Protocol), TELNET protokolü (Internet üzerindeki başka bir bilgisayarda etkileşimli çalışma için geliştirilen *login* protokolü) verilebilir. Adını sıkça duyduğumuz WWW ortamında birbirine link objelerin iletilmesini sağlayan protokol ise Hyper Text Transfer Protocol (HTTP) olarak adlandırılmaktadır. TCP/IP protokolü aynı zamanda, diğer iletişim ağlarında da kullanilabilir. Özellikle pek çok farklı tipte bilgisayarı veya iş istasyonlarını birbirine bağlayan yerel ağlarda (LAN) kullanımı yaygındır.

Port Nedir?

Bilgisayar ve telekomünikasyon dünyasında, "port" denildiği zaman akla ilk
gelen genellikle fiziksel bağlantıda kullanılan ara birimlerdir. Bu tür "port"
lar üzerinden bağlanmış herhangi bir makinaya "data" gönderilebilir ve bu
makinanın işleyişi kontrol edilebilir. Örneğin, tipik bir bilgisayarda bir veya
birden fazla "seri port" bir tane de "paralel port" bulunur. Adından da
anlaşılacağı gibi "seri port" dan bilgiler seri (her defasında bir bit) olarak
gönderilir ve bu tür "port" lara genellikle tarayıcı (scanner) gibi cihazlar
takılır. Her defasında birden çok bit göndermek içinse "paralel port" kullanı-
lır. Bu tip "port" lara da yazıcı (printer) veya "paralel port" bağlantısı olan
herhangi bir cihaz takılabilir.

Bizi ilgilendiren ve çoğunlukla İnternet dünyasında kullanılan "port"
kavramı ise yukardaki tanımdan biraz daha soyut bir kavramdir. Bu anlamda "port"
(ki dokümainin sonuna kadar "port" bu anlamda kullanılacaktir) herhangi bir
fiziksel bağlantı yeri değil, mantıksal bir bağlanma şeklidir. Şöyle ki:

Günümüz dünyasında birçok işletim sistemi birden fazla programın aynı anda
çalışmasına izin vermektedir. Bu programlardan bazıları dışarıdan gelen
istekleri (istemci-client/request) kabul etmekte ve uygun gördüklerine cevap
(sunucu-server/response) vermektedir. Sunucu programları çalışan bilgisayarlara
birer adres verilir (bknz. IP adresleri) ve bu adresler kullanılarak istenilen
bilgisayarlara ulaşılır. Peki, ulaşılan bir bilgisayar üzerindeki hangi sunucu
programdan hizmet alınmak istendiği nasıl belirtilir?

Bunun için bilgisayarlar üzerinde birtakım soyut bağlantı noktaları
tanımlanır ve herbirine, adresleyebilmek için positif bir sayı verilir (port
numarası). Bazı sunucu programları, daha önce herkes tarafından bilinen "port"
lardan hizmet verirken (örn: telnet->23. port) bazıları da sunucu programını
çalıştıran kişinin türüne ve isteğine göre değişik "port" lardan hizmet verir.
Dolayısıyla, ağ üzerindeki herhangi bir sunucu programa bağlanmak istenildiğin-
de, programın çalıştığı bilgisayarın adresinin yanında istekleri kabul ettiği
"port" numarasını da vermek gerekir. Örnek verecek olursak:

144.122.156.104 "IP" adresine sahip makinada (orca) çalışan "telnet"
sunucu programına (23. "port" dan hizmet veren) bağlanmak için aşağıdaki satır
yazılır.

telnet 144.122.156.104 23

Daha önce de belirttiğimiz gibi bazı sunucu programların belirli "port"
lardan hizmet verdiği bilindiği için, bu sunuculara bağlanmak istediğimizde,
"port" numarasını vermeye gerek kalmaz. Bu durumda yukardaki satır

telnet 144.122.156.104

şeklinde de yazılabilir.


INETD (Süper Sunucu):

Bilgisayar ilk açıldığında üzerinde çalışan sunucu programlar otomatik
olarak açılış dosyalarından çalıştırılabildiği gibi genel kullanım biraz daha
farklıdır.

Değişik "port" ları dinleyen birçok sunucu programın, hiçbir istemciye
cevap vermediği durumda bile, birçok sistem kaynağını gereksiz yere kullandığı
düşünülerek, "inetd" adında istemcilerle diğer sunucu programlar arasında
koordinasyonu sağlayan bir sunucu program düşünülmüştür. Açılış dosyalarından
da başlatılabilen bu sunucu tek başına bütün "port" ları dinler ve herhangi
birisine istek geldiği zaman aşağıdaki prosedürü takip eder:

1- /etc/services dosyasından ilgili "port" a hizmet veren servis ismini
bulur.
2- konfigürasyon dosyası olan "/etc/inetd.conf" dan bu servis için gelen
isteğe nasıl cevap vereceğini belirler ve gerekli programı çalıştırır.
3- bir istek geldiği zaman tekrar 1'e döner.

Bir örnekle anlatmadan önce tipik bir "/etc/services" ve "/etc/inetd.conf"
dosyasının içeriğine bakalım.

<"/etc/services">

tcpmux 1/tcp
echo 7/tcp
echo 7/udp
discard 9/tcp sink null
discard 9/udp sink null
systat 11/tcp users
daytime 13/tcp
daytime 13/udp
netstat 15/tcp
chargen 19/tcp ttytst source
chargen 19/udp ttytst source
ftp-data 20/tcp
ftp 21/tcp
telnet 23/tcp
ktelnet 1023/tcp #Added by AS 5/5/98
smtp 25/tcp mail
time 37/tcp timserver
time 37/udp timserver
name 42/udp nameserver
whois 43/tcp nicname # usually to sri-nic


.
.
.


<"/etc/inetd.conf">

# Ftp and telnet are standard Internet services.
#
ftp stream tcp nowait root /usr/sbin/in.ftpd in.ftpd
telnet stream tcp nowait root /usr/sbin/in.telnetd in.telnetd
#
# Shell, login, exec, comsat and talk are BSD protocols.
#
shell stream tcp nowait root /usr/sbin/tcpd in.rshd
login stream tcp nowait root /usr/sbin/tcpd in.rlogind
exec stream tcp nowait root /usr/sbin/tcpd in.rexecd
comsat dgram udp wait root /usr/sbin/in.comsat in.comsat
talk dgram udp wait root /usr/sbin/in.talkd in.talkd
.
.
.

23. "port" a bir istek geldiğinde, "inetd" "/etc/services" dosyasına
bakarak bu "port" numarasına denk gelen servis ismini ("telnet") bulur. Daha
sonra "/etc/inetd.conf" dosyasına bakarak bu servise denk gelen sunucu programı
("/usr/sbin/in.telnetd") çalıştırır.


BUFFERED PORTS:

Herhangi bir "port" u dinleyen program bir iş yaparken, başka bir deyişle
dinlediği "port" a gelen bilgileri almaya hazır değilken, eğer bu "port"
"buffered" ise gelen bilgiler kaybolmaz. İşletim sistemi içerisine yerleştiri-
len programlar sayesinde kapasitesi sınırlı kuyruklara yerleştirilerek ilgili
sunucu programın alması için bekletilirler.
Internet üzerinde herhangi bir IP adresi üzerindeki "port" dan hizmet veren
sunucu programa bağlantı yapmak isteyen istemci program, sunucu programın
çevaplarını (reply) yollamak için bağlantı kuracağı kendi üzerindeki "port"
numarasını da sunucu programa gönderir.
"Port" numarası genellikle 2 "byte" olarak tutulur. Bu nedenle 65536 adet
"port" numaralamak mümkündür. Genellikle 1024'den küçük olan "port" numaraları
özel hakları olan kullanıcılar (root) tarafından kullanılırken, büyük olanlar
genel kullanıma açıktır.



Mustafa ATAKAN
ODTU Bilgi İşlem Daire Başkanlığı
Internet Teknolojileri Güvenliği
(security@metu.edu.tr 24/12/2001)

Truva Atı ( Trojan ) nedir?

Mitolojideki Truva atı nasıl bir armağan gibi görünüp, aslında Troya kentini ele geçirecek Yunanlı askerleri taşıyorduysa; bugünün Truva atları da yararlı yazılımlar gibi görünen bilgisayar programlarıdır, ancak güvenliğinizi tehlikeye atar ve pek çok zarara yol açarlar. Yakın geçmişteki bir Truva atı, Microsoft güvenlik güncelleştirmeleri olduğu iddia edilen eklerin bulunduğu bir e-posta görünümündeydi, ancak ekteki dosyaların virüsten koruma ve güvenlik duvarı yazılımlarını devreden çıkarmayı hedefleyen virüsler olduğu ortaya çıktı.

Truva atı, Yararlı gibi görünen ancak aslında zarara yol açan bir bilgisayar programı.

Truva atları, insanların, meşru bir kaynaktan geldiğini düşündükleri bir programı açmaya yöneltilmeleri yoluyla yayılır. Kullanıcıları daha iyi korumak için Microsoft e-posta aracılığıyla güvenlik bültenleri gönderir; ancak bunlarda hiçbir zaman ek bulunmaz. Ayrıca, müşterilerimize e-posta ile gönderilmeden önce tüm güvenlik uyarılarımız Güvenlik Web sitemizde yayımlanır.

Truva atları, ücretsiz olarak yüklediğiniz yazılımlarda da bulunabilir. Güvenmediğiniz bir kaynaktan asla yazılım yüklemeyin. Microsoft güncelleştirmelerini ve düzeltme eklerini her zaman Microsoft Windows Update veya Microsoft Office Update'ten yükleyin.

Virüs Nedir?

Virüs, herhangi bir bilgisayara değişik yollarla girebilen ve bu bilgisayarlarda istenmeyen sonuç ve zararlara yol açan programlara verilen genel bir isimdir. Bu programların kullandığımız, bilgisayarlarda çalıştırdığımız diğer programlardan temelde bir farkı yoktur. Bu nedenle, işletim sisteminin desteklediği bütün işleri yapabilirler. Virüsleri özel kılan, girdiği sistemlere kendilerini, kullanıcının farkında olmadan veya iradesi dışında çalıştırılacağı şekilde yerleştirmesi ve sistemlere zarar vermesidir. Bir virüs kullanıcı tarafından çalıştırılmadan veya kendisini programlayan kişi tarafından önceden belirlenmiş durum oluşmadan aktif hale gelmez. Bazı virüsler ise aktif hale geldikleri halde, belli bir süre istenmeyen etkilerini göstermezler. Virüsler genel olarak etkilerini diğer çalışan programlara "bulaşarak", onlarda çeşitli değişiklikler yaparak gösterirler. Virüslerin bir diğer özelliği ise kendilerini çoğaltmaları ve hafızada değişik yerlere kaydetmeleridir. Virüsler, disketler, ağ paylaşımı, Internet (e-mail, dosya indirme, vs) yollarıyla yayılır. Virüslerin etkileri sadece rahatsızlık veren küçük problemler olabildiği gibi (ekranınıza rahatsızlık veren mesajlar çıkararak çalışmanızı bölmesi/engellemesi vb.) bilgisayarınızın hafızasını ve/veya disk alanını kullanarak bu kaynaklara verimli olarak erişiminizi engellemeleri ya da kullandığınız dosyaların içeriklerini bozmaları/silmeleri gibi oldukça zararlı etkileri de olabilir. Bunun dışında, kullandığınız bilgisayar programlarını bozabilir, çalışmalarını yavaşlatabilir, sabit diskinizin tamamını ya da önemli dosyaların olduğu kısımlarını silebilirler. Bazı virüsler ise kullanıcının bilgisayar konusundaki bilgisizliğini kullanarak yol açmadığı zararları vermiş gibi görünerek panik yaratırlar. Geçmişte bilgisayarlara çokça yayılmış, zararlara yol açmış, ancak günümüzde yayılmayan ve kendilerine anti-virüs yazılımlarınca korunma sağlanabilen ünlü virüslerden bazıları ise şunlardır:


PE_CIH (Chernobyl), "ILOVEYOU"
Virus, W97M/Thus, KRIZ, Supple,
Win32.Kriz3862, Y2KCount,
WOBBLER, LIFE STAGES.

URL Nedir?

Web adreslerinin resmi ismi URL'dir (Uniform Resource Locator). İngilizce'den bire bir çevirirsek "Standart Kaynak Bulucu" pek anlam ifade etmeyebilir ama, bu adresler sayesinde aradığınız Web sayfalarını bulursunuz diyebiliriz. Her Web sayfası sadece kendine ait bir URL'ye sahiptir. Örneğin http://www.bilisimterimleri.com/content.htm bir URL'dir.
Bu URL üç bölümden oluşur. Soldan sağa okursak:

1) Protokol (http://, ftp://, news: vb.);
2) Alan adı (protokolden, ondan sonraki bölü işaretine kadar olan kısım; www.bilisimterimleri.com gibi);
3) Ve dosya yolu (ilk bölü işaretinden sonraki kısım).

Şimdi şu adrese bakalım:
http://www.bilim.com/universite/ozel/content.htm

Baştaki http:// bize bunun World Wide Web'de yer alan bir HyperText dosyası olduğunu söyler. www.superonline.com alan adının sonundaki com, bu sitenin ticari bir site olduğunu gösterir. (Bazı adreslerin sonunda tr, uk, jp gibi ülke kodları da görebilirsiniz.) Dosya yolundaki content.html, Web tarayıcınızda, yani ekranda görüntülenecek dosyayı, /universite/ozel/ ise content.html dosyasının bu sunucuda hangi klasörde bulunduğunu belirler.

Burada bir noktayı belirtmek gerekirse, çoğu Internet yazılımında protokolü elle yazmanıza gerek yoktur. Örneğin Internet Explorer ve Netscape Communicator'de Web sitelerinin adreslerinin başına "http://" eklemenize, CuteFTP programında "ftp://" eklemenize, veya Outlook Express ve Netscape Messenger'da "news:" eklemenize gerek yoktur; program bunu otomatik ekler.

Bilgisayara Virüs Bulaştığı Nasıl Anlaşılır ve Nasıl Temizlenir?

Eğer elinizde anti-virüs yazılımı yoksa bilgisayarınızda virüs olduğunu ancak (çoğunlukla) virüs etkisini gösterdikten sonra anlayabilirsiniz. Nadiren, dosya adı sabit ve bilinen virüsleri dosya adıyla tarayarak bulmak ve silmek çözüm olabilir. Bir virüsün etkileri bilgisayarda anormal yavaşlama, Windows uygulamalarında beklenmeyen hata mesajları (application error, system fault, missing files vs. gibi), bilgisayarın kilitlenmesi, rastgele DOS işletim sistemine dönmesi, normalde açılan dosyaların açılmaması, anormal sesler/görsel davranışlar ya da bilgisayarınızın isteğiniz dışında işlemler yapmaya başlaması şeklinde kendini gösterebilir. Bu durumda yapılacak şey, bir anti-virüs programı kullanarak bilgisayarın virüsten temizlenmesidir. Ancak, virüsün bilgisayara önemli ölçüde/geri dönülmez hasarlar vermiş olduğu durumlarda virüsten temizleme işlemi her zaman başarılı olmayabilir.

Bilgisayarınızda anti-virüs yazılımı olmadığı durumlarda, bu yazılıma sahip bir bilgisayarda daha önceden hazırlanmış olan acil durum disketi ile diskinizde ve disketlerinizde virüs taraması yapabilirsiniz.

Anti-virüs yazılımlarının tarama işlemi sonrasında virüs bulamaması bilgisayarda virüs olmadığını değil, sadece tarama işleminde kullanılan anti-virüs programlarının tanıdığı virüslerin mevcut olmadığını gösterir. Kullanılan anti-virüs yazılımlarının buldukları virüsleri silmeleri veya bulaştıkları dosyalardan temizlemeleri mümkün olmaması da zaman zaman karşılaşılan bir durumdur. Bu durumda kullanılan anti-virüs programının güncellenmesi veya daha güncel başka bir anti-virüs yazılımının kullanılması uygun olacaktır. Yani, kullanılan anti-virüs programının tanımadığı bir virüsün bilgisayarınıza bulaşmış olması ihtimali her zaman vardır.

E-posta ( Elektronik posta ) Nedir?

Elektronik posta; İngilizce ismi olan "e-mail" de çok kullanılır. Bugün standart postaya ne ad veriliyor, biliyor musunuz? "Snail mail", yani "salyangoz posta". Çünkü e-posta'nın yanında çok yavaş kalıyor. Bir Internet hesabı açtıran her bilgisayar kullanıcısı, bir veya daha çok sayıda e-posta hesabı açtırıp e-posta adresi de alır. Nasıl evinizin belirli bir adresi varsa, size verilen bir e-posta adresi sadece size aittir, başkasına verilmez. Internet'e bağlandığınızda e-posta programınız ile tanıdığınız kişilerin e-posta adreslerine mektup gönderebilirsiniz. Hatta her tür yazışmanızı istediğiniz formatta karşı tarafa iletebilir; e-posta mesajlarınıza dosya ekleyebilirsiniz. Web sayfaları gibi tasarlanmış e-postalar hazırlayabilir veya mevcut bir Web sayfasını e-posta ile gönderebilirsiniz. E-posta adresinizi aldığınız Internet Servis Sağlayıcıların (ISS) sunucu bilgisayarlarında posta kutusu görevi yapan bir e-posta sunucu yazılımı bulunur. Yani size gelen mesajlar bu posta kutularında birikirler.
E-posta programınızda ISS'nizin belirttiği ayarları yaptıktan sonra Al (Recive) komutu vererek bu posta kutularını kontrol eder ve size gelen mesajları sisteminize aktarır ve okuyabilirsiniz. Aynı şekilde e-posta programınızda yeni bir mesaj sayfası açıp, karşı tarafın e-posta adresini yazıp, bu adrese mesajınızı gönderebilirsiniz. Bu sefer yazdığınız e-posta adresinden hangi sunucuya gideceği belirlenir ve mesajınız karşı tarafın posta kutusuna gönderilir. E-postalar genelde birkaç saniye içinde posta kutularına ulaşır, kullanıcıların tek yapması gereken, Internet'e bağlanıp posta kutularını kontrol etmektir.

Microsoft Internet Explorer ile gelen Outlook Express, Netscape Communicator paketi ile gelen Netscape Messenger, Microsoft Office 97 ve 2000 paketleri ile gelen Outlook dünyanın en yaygın e-posta programlarıdır.

EN İLGİNÇLER

Üç yaşından daha önce olanları niçin hatırlamıyoruz? Bilim adamları geçmiş deneyimlerimizi saklayan hafızamızın beynimizde anıveya öykü şeklinde organize olduğunu ileri sürüyorlar. Üç yaşından küçükler bu şekilde iletişim kurma yeteneğine sahip değiller.Öykü ve anılarını anlatamıyorlar. Yer ve karakter kavramlarını anlamıyorlar. Üç yaşından küçükler düzgün konuşabildikleri,anlayış, seziş ve hafıza yeteneklerine sahip oldukları halde tüm olanları bir bütün olarak şekillendiremiyor, öyküye dönüştüremiyorlar.Hafızamız ne yaptığını ne yapıldığını 3-4 yaşlarında kaydetmeye başlıyor.


Develerin hörgüçlerinde ne var? Genelde hörgüçlerinde su olduğu ve uzun yolculuklarında bu suyu kullandıkları söylenir ama doğru değildir. Develerin hörgüçlerinde 30-35 kg kadar yağ bulunur. Yiyecek bulamadıkları zaman bu enerjiyle hareketlerini sağlarlar ayrıca yağ çöl sıcağına karşı koruma görevi de yapar. Develer suya az gereksinim duyarlar. Burun mukozaları insana göre 100 kat daha büyüktür. Soluk alırken havadaki nemin üçte ikisini kazanabilirler. Su kaybını da dokularından kaybederler, kandaki su etkilenmez.


Yumurtanın niçin bir tarafı yuvarlak, diğer tarafı sivridir? Eğer köşeli olsalardı kenarları dayanıklılık bakımından çok zayıf olurdu. En dayanıklı geometrik şekil küredir ama bu şekildeki yumurta yuvarlanacak olursa nerede duracağı belli olmaz. Yumurta yuvarlanınca düz gitmez. İnce tarafı üstünde dairesel bir yol çizer. Başladığı yere yakın bir noktada durur. Yani düz bir yerde kaybolması olanaksızdır. Yumurta, tavuğun yumurta kanalında küre şeklindedir. İlerlemesi sırasında arkada kalan dairesel kasların büzüşerek hem yumurtayı ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik biçimini sağlarlar. Yumurtanın şeklinin nedeni de budur. Sürüngenlerde bu düzenek olmadığından yumurtaları küresel biçimdedir.




Horozlar niçin sabahları erkenden öterler? Sabah güneş doğarken ötmek yalnız horozlara özgü değildir. Kulağa en çok horozun sesinin gelmesi, onun sesinin diğerlerinden daha güçlü olmasıdır. Kuşların büyük çoğunluğu da aynı saatlerde ağaçlarda koro halinde öterler. Gün boyu hem horozlar hem kuşlar bu ötüşü sürdürürler ama seslerinin en güçlü çıktığı zaman sabah saatleridir. Horoz ve kuşların sabah gün doğarken ötmeleri biyolojik saatleriyle ayarlanmıştır


Evlerimizdeki sinekler kışın nereye gidiyor? Sineklerin her türü kışın ortadan kaybolur. Havaların ısınmasıyla birlikte ansızın ortaya çıkarlar. Sinekler ısıya karşı çok hassastır. Güneş bulutun arkasına girdiği zaman oluşan ısı düşmesinden etkilenirler. Kış günlerinde yaşama şansları yoktur. Ölmeden önce yumurtalarını toprağa veya kuytuya gömerler. Lavra ve yumurtalar soğuktan etkilenmez. Yaz sıcakları başlayınca yumurtalar çatlar ve yine sinekli günler başlar.




Doktorlar niçin dizimize çekiçle vurur? Bir sandalyeye rahatça oturup bacak bacak üstüne atarken doktor dizkapağının hemen altına, kası kemiğe bağlayan tedoma minik lastik bir çekiçle vurduğu zaman bacak ileri fırlar. Bu reflekste baldır kaslarındaki duyu sinirleri kasın genişlemesine tepki verir ve yeni sinir sinyalleri oluşturarak kaslara hafif bir basınç uygulandığını ve gerildiklerini omuriliğine iletirler. Omirilik ise bu basınca dayanabilmesi için kasların kasılması gerektiğini bildirir, bacak tekrar geri hareket eder. Refleks, beyin denetiminden geçmeksizin, yani beyin devrede olmadan doğrudan omuriliğin komutlarıyla gerçekleşmektedir. Diz kapağı refleksi omuriliğin işleyişi konusunda bilgi veren önemli bir tanı yöntemidir.


Yapıştırıcılar nasıl yapıştırıyor? Yapıştırıcıların sağladığı yapışma olayı aslında kimyasal bir reaksiyondan başka bir şey değildir. Günümüzde imalatçılar yapıştırıcıları sentetik malzemeler kullanarak yaparlar. Yapışma olayında benzer veya ayrı malzemeden iki madde, bir de yapışkan gerekir. Burada en önemli görev yapıştırıcıdadır. Yapıştırıcının moleküllerinin diğer iki madde molekülleri ile birleşme eğilimi gösterir bir yapıda olması gerekmektedir.

İmdat çağrısı S.O.S 'in anlamı nedir? Çok kişi "Save our Ship" gemimizi kurtar; "Save our Soul" ruhumuzu kurtar; "Stop Other Signals" diğer sinyalleri sözcüklerinin kısaltılmışı sanır. Oysa hiçbiri değildir. Tamamen telgraf zamanından kalma mors alfabesiyle ilgilidir. İmdat çağrısının çok kolay akılda tutulabilmesi için 1908 de üç çizgi, üç nokta, üç çizgi olan S.O.S seçildi.

ANLATAMADIM

Yapıştı sözcükler dudaklarıma,
Bir türlü sevgimi, anlatamadım.
Yerinden söküldü yüreğim, ama
Çektiğim sancıyı anlatamadım.

Uyanmadım, rüyam bitmesin diye,
İçimdeki seni,unutamadım.
Ayrılık zamanı geç gelsin diye,
Yalvardım, yakardım anlatamadım.

Uzaktan da olsa, sev beni dedim.
Yeter ki aklında, bulunsun adım.
Buna da razıyım, kabul istedim.
Sana bu fikrimi anlatamadım.



NİSAN_2009
Ecz. Abdulkadir Nur GÖRDÜK

ÇIKMAZ SOKAK

Vura, vura, bin tür hal etsen beni.
Ötüşen bülbülken, lal etsen beni.
Ağulu, peteksiz bal etsen beni.
Utanır, bakamam senin yüzüne.

Meyvesiz ağaca, dal etsen beni.
Sofranın yanına, cal etsen beni.
Herkesin içinde, kal etsen beni.
İnan karşı koymam, senin sözüne.

Okyanusta, çürük sal etsen beni.
Züğürt tüccarlara, mal etsen beni.
Çirkinin omzuna, şal etsen beni.
Bil ki katlanırım, senin nazına.

Genç yaşta, sahipsiz dul etsen beni.
Yoksulun evine, çul etsen beni.
Devranın kuluna, kul etsen beni.
Yaslanırım yine, senin dizine.

Çıkmaz sokaklara, yol etsen beni.
Yırtılmış mintana, kol etsen beni.
Alemin sağına, sol etsen beni.
Çoğu tercih etmem, senin azına.

Kavrulan toprağa, bel etsen beni.
Issız vadilerde, sel etsen beni.
Zemheride esen, yel etsen beni.
Bükerim boynumu, senin özüne.

Kokusuz, yapraksız gül etsen beni.
Akşam güneşine, tül etsen beni.
Ateşte bırakıp, kül etsen beni.
Yakarken, üflemem senin közüne.

Vahası kurumuş, çöl etsen beni.
Bulanık, balıksız göl etsen beni.
Esir pazarında, köletsen beni.
Üzülme, görünmem senin gözüne.

Yetmez mi, bu kadar yalvarışa naz,
Geçen ömrün, geri dönüşü olmaz.
Son nefese kadar, rabbime niyaz,
Mahşerde rastlarım, belki izine.


Ağustos_2009
Ecz. Abdulkadir Nur GÖRDÜK

BAHAR KOKUSU

Ay yüzlü güzelin gezdiği yerde,
Açmaya korkuyor gülün goncası.
Sakınır titreyen çiğ damlasını,
Kokarken kanıyor bağrın yarası.

Ilık meltemle kucaklaşan rüzgâr,
Kim bilir neler var, uzak diyarda.
Kulağa söylenen hasret şiiri,
Yar kokuyor, aşk kokuyor baharda.

Şubat- 2009
Ecz. Abdulkadir Nur GÖRDÜK

ALIN YAZISI

Kimi adam el atınca, yeşerir kuru dallar,
Onun için zekidir, akıllıdır denilir.
Kiminin niyetinde, kapanır bütün yollar,
Beceriksiz, aptal olur hep sırtına binilir.

Sonu gelmişse filmin, beyin çıkar kafadan.
Engel göze görünmez, araç şoförsüz gider.
Koskoca yaşamında, bir kez hata yapınca,
Bütün kazandıkların, onunla sıfır eder.

Sen bile anlamazsın, nasıl kazanır yenir
İşin rast gidecekse, ayağa gelir fırsat.
Şansın yaver gitmezse, alın yazısı, de geç.
Bırak olanlar olsun, feleği beleşe sat.


Ocak- 2009
Ecz. Abdulkadir Nur GÖRDÜK

YAŞASIN CUMHURİYET

Çığlık çığlık büyüsün sevincimiz,
Yaşasın , yaşasın bu cumhuriyet.
Dağlarda yankılansın gür sesimiz,
Yaşasın, yaşasın bu cumhuriyet!

Ellerde yine fenerler, bayraklar,
İnsan kaynıyor caddeler, sokaklar,
Bilinen bir türkü söyler dudaklar,
Yaşasın, yaşasın bu cumhuriyet!

Dağlar taşlar kuşlar dile gelsin,
Papatyalar, menekşeler, güller dersin,
Mutluluklar hep elele versin,
Yaşasın, yaşasın bu cumhuriyet!

Gönlümüz sevgiyle, neşeyle dolsun,
Kalkınsın Anadolu huzur bulsun,
Aydınlık yarınlar hep bizim olsun,
Yaşasın, yaşasın bu cumhuriyet!

Cihan, selam dursun al bayrağıma,
Vatanıma, taşıma, toprağıma,
Gelin, siz de katılın bu çağrıma,
Yaşasın, yaşasın bu cumhuriyet!

SUÇLU

Adım İbrahim, öğretmenim,
Söylemesi çok zor kötü haldeyim,
İşimiz zor,başımız eğik derim,
İnsanları eğiten benim beyim..

Karnım açken eğitemedim,
Çocuğuma istediğini alamadım,
Denize bile hiç gitmedim,
İtibarımı bari verin beyim…

Aldığımız maaş hiç yetmiyor,
Öğretmenim ders de hesap yapıyor,
Eğitimi sorarsan hiç iyi gitmiyor,
Kötüyü yetiştiren benim beyim...

Sendikamız olsa sanmayın azarız,
Biz öğretmeniz kendimizi biliriz,
Vatanımızı Milletimizi hep severiz,
Devlet batacaksa almayız,beyim…

Esnaf hiç yüzüme bakmıyor,
Kravatından başka neyin var diyor,
Bir avuç maaşıma bile inanmıyor,
Onu da yetiştiren benim beyim...

İşçi 1600 alır , 600 maaşımız,
Makarna çorba hep aşımız,
Limon satmak ikinci işimiz,
Sigarayı bile bıraktım beyim…

İtibarımız öldü, eğitim öldü,
Muhtar tayinimize vekil oldu,
Aydınlatmak bize yabancı oldu,
Onu da yetiştiren benim beyim...

Eti senindi ,kemiği benimdi eskiden,
Ölmedik,eğitildik sahiden,
Biraz da bize sorun eğitimden,
Vallahi önümüz karanlık ,beyim…

Suçluyum krizin sebebi benim;
Hırsızın aydının eseri benim,
Ceylan derisinde oturan milletvekilim;
Hepsinin eseri benim beyim.....

Öğrenci ne yapsa karışamaz olduk,
Basından veliden korkar olduk,
Eğitimci değil sanki çoban olduk,
Çocuklar bize kutsal emanet beyim…

Bilemedim hırsız olacaklarını,
Yetimin hakkına göz koyacaklarını,
Hortumlayıp yurt dışına kaçacaklarını,
Aklımdan bile geçirmedim beyim....

Doğruluk dürüstlük yakışıyor size,
Vatandaşın desteği hep size
Herkes sizin gibi olsa keşke,
Allah yardımcınız olsun, beyim

TÜRKİYEM

Aşkınla yandım da hiç doymadım
Bulamadım dünyada senden güzelini
Bağlandım, ateşinle yandım
Doya, doya seni kendimde buldum Türkiyem.

Her bir yanın ayrı bir dantel
Yazın da, kışın da, baharın da
Sana baktım aşık oldum
Türkiyem seni kanıma işledim.

Ayyıldızın yükseldikçe coştuk, coştuk
Millet olarak yüzyıllardır peşinden koştuk
Semanla yükseldik birleştikçe
Benim canım yurdum, güzel TÜRKİYEM.

SENİ SEVMELİYİM

Seni sevmeliyim bu gecenin hatırına
Önce seyretmeli sonra yaklaşmalıyım
Özlemeliyim tüm aşıkların hatırına
Önce sarılmalı sonra af dilemeliyim.

İnsafsızca terk edenlerin inadına
Seni sabahlara kadar beklemeliyim
Anılarımı hatırlayıp çok ağlayarak
Sonra hüzünlenip düşünmeliyim.

Arzulamalıyım seni delice ve yalansız
Daha sonra ikramda bulunmalıyım
Gönlümdekileri sana söyleyerek
Vefalı duygularımı sunmalıyım.

Sarmaşık gülleri gibi seni sarmalıyım
Sonra biraz öpüp çok koklamalıyım
Seni sevdiğimi son defa söyleyerek
Arkama bakmadan ayrılmalıyım...

GÜZEL GÖZLÜ KIZ

Ey güzel gözlü kız!
Gökyüzünde bir yıldız
Yeryüzünde ceylan
Bakışlarınla ürkeksin
Seni kalbime gömdüm
Artık hiç ölmeyeceksin;
Ta ki ben ölünceye dek
Hep beni bekleyeceksin.

Kalbimin her vuruşunda
Kapımı çalar gibi,
Uyandıracaksın beni
Gönlümü yaktın artık,
Sen de sönmeyeceksin.

Belki bir gün gidecek,
Bir daha dönmeyeceksin.
Ve...
Seni ne kadar sevdiğimi,
Hiç...
Ama hiç bilmeyeceksin.

ÖĞRETMENLER

İnsanlığa yön verirler,
Öğretmenler,öğretmenler.
Mum gibi yanar sönerler,
Öğretmenler,öğretmenler.

Öğrenciye ana,baba,
Hep severler doya,doya,
Ta yürekten duya,duya,
Öğretmenler,öğretmenler.

Bütün cefayı çekerler,
Bizlerden vefa beklerler,
Kalplere sevgi ekerler,
Öğretmenler,öğretmenler.

Çalışması senin için,
Başarıp kazanman için,
Memleket huzuru için,
Koşar durur öğretmenler.

Seyfettin aldın bu yükü,
Hamallığın en yüz akı,
İnsanın terakki kökü,*
Öğretmenler,öğretmenler.

ÇANAKKALE DESTANI

Bir destan yazılmıştı, Çanakkale isminde,
Bin dokuz yüz on beşin, Mart’ın on sekizinde.
O bir destan değildi, masal sayılır destan,
Ölüm kalım savaşı, kurtuluştu kaostan.
Bu savaş milletimin, varlık yokluk savaşı,
Savaşan Mehmetçiğin, koltuğundaydı başı.
Üşüştü başımıza, dünyanın yabanisi,
Her birisi sanki de, cehennem zebanisi.
Mahşeri aratmıştı, o günde Çanakkale,
Kurdular her cephede, etten, yürekten kale.
Haçlı haçın altında, hedef almış hilali
Geldiyse de top yekun, yaşadı izmihlali.
Bir mühür basılmıştı, dünyanın tarihine
Kim ki şehit düşmezse, küserdi talihine.
Düğüne gider gibi, gittiler şahadete,
Koştular seve seve, en büyük ibadete.
Vatan uğrunda canlar, fedadır birer birer
Şehittir o yiğitler, ölmezler diridirler,
Cephedeydi neferi, duadaydı hastalar,
Kimi yetmiş den fazla, kimi çocuk yaştalar.
Semadan yağmur gibi, yağıyorken kurşunlar,
Sevindiler giderken, Allah’a kavuşanlar.
Nerde mal mülk sevdası, canlarından geçtiler
Kurşun kurşun, şehadet şerbetini içtiler.
Ne Yâr var akıllarda, nede çocuk hayali,
Hedef tek, canı verip, yüceltmekti hilali.
Birkaç gazisi kalan, tek savaştır cihanda,
Kanatlanıp uçtular, cennete hep bir anda.
Toprak kan kustu o gün, denizler demir yuttu,
Şehitleri O Nebi, kucağında uyuttu.
Ne gerek mezar taşı, ne gerek ona mezar
Bugün tarih onları, altın harflerle yazar.
Namazsız ve Kur’an sız, düşse de bir yanına,
Kefensiz, kanlı yelek, şahittir imanına .
Bir damla şehit kanı, bütün dünyaya değer,
Bir toprak parçasıdır, vatan değilse eğer.
Kurtarıp boğazları, şehadete erdiler,
Dünyaya yiğitliğin, bir dersini verdiler.
Gafiller ucuz sandı,oysa paha biçilmez
Sonunda anladılar, Çanakkale geçilmez.
Vatana göz dikenler, azdırdıkça azdılar,
Aslanlar savunmanın, destanını yazdılar.
Okusun bütün dünya, oturup ezberlesin,
Artık ininden çıkıp,yurduma göz dikmesin
Bu vatanın evladı, kurbandır toprağına ,
Çakallar rüzgar olsa, değemez yaprağına.
Bir Hilal ki bağrında, yaşatır bu milleti,
Binlerce güneş feda, yaşasın Türk Devleti .

YEŞİLAY

İçki, sigara, ve kumar,
Bağımlılık yuva yıkar.
Bilinçli davranırsan,
Mutluluğun kat kat artar.

Sigara ciğerlere düşman.
Kansere davetiye.
Ölümü çağırma sakın.
Gitme ölüme bile bile.

İçki çürütür vücudu,
Besler kötülükleri,
Beynini uyutarak,
Mahveder iyilikleri

Yeşilay’cı ol sigarayla savaş
Yeşilay’cı ol içkiyle uğraş
Yeşillensin dünyan
Yeşil kalsın rüyan.

MUM GİBİ ÖĞRETMENİM

SEN MUM DEĞİL MİSİN ÖĞRETMENİM ?
ÖYLEYSE; ÖYLEYSE ERİYECEKSİN ,
24 KASIMLARDA SEVİNİP,
DİĞER GÜNLER ÜZÜLECEKSİN…

İSTERSEN KENDİNİ YAKACAKSIN;
İSTERSEN OTURUP AĞLAYACAKSIN,
ÜÇ KURUŞA RAZI OLUP;
HEM DE ŞIK GİYİNECEKSİN…

HADİ CANIM SENDE ! NE VAR HALİNDE !
KİTAP, DEFTER ,ÖĞRENCİ HER ŞEY ÖNÜNDE,
40 , 50 , KİŞİLİK SINIFLAR EMRİNDE,
DAHA NE İSTİYORSUN ÖĞRETMENİM ?

SANA SÖZ HAKKI VERMEM ! SAKIN İSTEME ,
SİYASETÇİ VEKİL OLUP,ÜSTÜME GELME ,
HELE,HELE ! ANKARA'YI HİÇ DÜŞÜNME !
ORALAR ZATEN BİZİM ÖĞRETMENİM…

SABAH İŞİNE ,AKŞAM EVİNE ,
ÇOLUK , ÇOCUK, BAK EŞİNE,
SENDİKA ,GREV,HAK ! GİT İŞİNE ,
BUNLAR SANA HAYAL ÖĞRETMENİM…

İŞTE ! 24 KASIM NE GÜZEL;
TELEVİZYON , RADYO ,SİZE ÖZEL,
ŞARKILAR SÖYLEYİN,ŞİİRLER OKUYUN GAZEL GAZEL;
SAKIN HA ! ÇİZMEYİ AŞMAYIN ÖĞRETMENİM…

ZATEN DIŞARIDA AÇ İNSAN DOLU,
BANKALARIN İÇİ HIRSIZ YURDU ,
BORÇLARIMIZ FİZANA VARDI,
BİRDE SEN GELME ÖĞRETMENİM…

SENDİKAN VAR YA! ÇIK SOKAĞA BAĞIR,
BAYRAĞI, PANKARTI, SAĞI SOLU ÇAĞIR,
İSTERSEN ANKARA YA YÜRÜ AĞIR AĞIR,
SENİ DİNLEYECEK GÜÇ YOK! ÖĞRETMENİM…

AMAN HA ! BANA BİR ŞEY DEME !
AKŞAMA AÇ YAT ; SABAH HİÇ YEME;
ŞİŞMAN İNSANI SEVMEZ KİMSE;
BU İYİLİĞİMİ DE UNUTMA! ÖĞRETMENİM…

BAYRAMLAR BAYRAM OLA

Kalkarım her sabah kötü bir günde
Yüreğim zindanda sevgim sürgünde
***
Engeller yol vermez gelemem oğul!
***
Taşırım başımda başı boşları
Konuşur karşımda mezar taşları
***
Diriler dil vermez,bilemem oğul!
***
Tecellim çiledir çeker giderim
Gözyaşı selinde akar giderim
***
Dostlarım el vermez kalamam oğul!
***
Hasretim göl göldür hicranım nehir
Toprağım kor ateş havam som zehir
***
Arılar bal vermez alamam oğul!
***
Ben aşka koşarım aşk beni vurur
Yaklaştığım deniz içimde kurur
***
Bahçeler gül vermez gülemem oğul!
***
Bayramlar kurşundur canımda kalır
Yazdığım tebrikler yanımda kalır
***
Postacı pul vermez salamam oğul!

KAYIP ARANIYOR...

Yaşama hakkımı yitirdim dostlar,gördünüz mü?
Okulda aradım yoktu ; öğrencilere sordum , görmemişler.
Ucuz marketlerde aradım,bulamadım,
İkinci ellerden sordum,kampanyalara danıştım,bilemediler.

Yaşama hakkımı arıyorum dostlar,
Ankara’da dediler;gittim,baktım;
550 kişiye sordum olmadı;aradım,taradım,
Sendikalara sordum,ümitsizce başlarını öne eğdiler,

Her şeyimi yitirdim dostlar,konuşma hakkımı,
Düşünme hakkımı,hatta savunma hakkımı bile yitirdim.
İtibarıma baktım,o da gitmiş!
Nedense dostlar,her şeyimi yitirdim...

Neyse ki birkaç şeyim yerli yerinde duruyor dostlar!
Kişiliğim,ümidim,sabrım,mutluluğum...
Fakat,üzülmeyin dostlar,bunların kaybolmasına imkan yok!
Çünkü;
Öğrencilerim,kalplerinde sevgi;ellerinde kalemlerle,
NÖBET TUTUYORLAR...

GİDER

TEK TANEDEN EYLEDİM TOHUM,
TOPRAĞA DÜŞENDE BİN OLUR GİDER,
KIYIDA BİR BENİM BİRDE KUM,
BEN DENİZ DENİZDE KUM OLUR GİDER…

GİRDABA GİREN ÖMÜR ÇERÇİ PAZARI,
ÇOKLARI TÜKETİR KALMAZ AZARI,
YER GÖK ÇİÇEKTE DOLANIR ARI,
KANATLARINDA BAL OLUR GİDER…

SUKUTA ERER ÇIĞLIKLAR SUSUNCA,
YAVRUSUNU BESLER KUŞLAR KUSUNCA,
GECEYE AY LAMBASINI ASINCA,
ŞADIRVANA NAĞMELER SU OLUR GİDER…

GÜZEL ÇİRKİN BENDE VAR,
YANAN AŞK ATEŞİ SENDE VAR,
DÜŞLERDEKİ DÜŞLER KİMDE VAR,
RÜYALAR ALEMİNE YOL OLUR GİDER…

KİM BİLECEK KİMİN DERDİ KAÇ,
ALEM SENİ BENİ GÖRDÜ KAÇ,
DERMANSIZ DERTLERE İLAÇ,
MEZAR TAŞLARINDA DİL OLUR GİDER…

GİYİNDİM KUŞANDIM CEPSİZ CEPKENİ,
GÜLE GÜLDÜKTE SEVMEDİK TİKENİ,
UNUTUNCA YİĞİDİN KOLUNU BÜKENİ,
GÜZE GAZEL BOL OLUR GİDER…

ŞU ÇERÇİCİ DÜKKANINDA KALANLAR,
DİLDEN DİLE ANLATILIR OLANLAR,
ATILMIŞKEN HURDACIDA BULUNLAR,
HELVASINDA UN OLUR GİDER….

KIZILAY

Deprem oldu evimiz yıkıldı.
Çadır kurdu Kızılay.
Aç çocuklar ağlarken,
Aş evi oldu Kızılay.

Zor günümüzde yanımızda,
Yaralarımızı sardı Kızılay.
Bizimle birlikte ağladı.
Derdimizi deva oldu Kızılay.

Her an hazır ve nazır,
Bekler durur Kızılay.
Yangın, sel ve depremde,
Yanımızda Kızılay.

AHMET ÖĞRETMEN

Ben bir öğretmenim,
Kuş uçmaz, kervan geçmez dağ köylerinde,
Unutulmuş, garip vatan köşelerinde,
Bir ışık ararım, bir huzme ışık,
Yolumuzu aydınlatsın diye,
Işıl ışıl yanan çocuk gözlerinde.
Ben öğretmenim...

Ben bir öğretmenim,
Ben Ercişli Emrah,
Ben Karacaoğlan,
Ben Sivaslı Veyselim.
Elimde sazım,
Dolaşırım köy köy, şehir şehir.
Anadolu’nun tozlu yollarında
Nasır bağlar ellerim, ayaklarım.
Efedir ,Seymendir, Dadaş’ tır adım.
Serimde yiğitlik vardır benim.
Horon teper, halay çeker, bar tutarım.
Yurdumun her köşesinde,
Sevgiye susamış gönüllerde,
İnanın, inanın hep ben varım.
Ben öğretmenim...

Ben bir öğretmenim,
Ahmedimin, Mehmedimin bakışında,
Ayşemin , Fatmamın gülüşünde,
Nazlı nazlı akan sevgi pınarından,
Kana kana içerim.
Ben öğretmenim...

Ben bir öğretmenim,
Ben bir bahçivan,
Bütün ülke bahçem,
Çiçeklerim bir başka açar benim.
Papatyam , menekşem, al gülüm,
Sevgi kokar buram buram,
Kır çiçeğim, kardelenim, mor sümbülüm.
Gözlerim ufuklara dalar,
Bakışlarım çocuklarda odaklaşır.
Onlarda ülkemin geleceğini görürüm.
Ben Öğretmenim...

Ben bir öğretmenim,
Ben Mevlana,
Ben Hacı Bektaş,
Ben Yunus Emre’ yim.
Ben Yesevi dergâhının çeşmesiyim.
Oluklarımdan barış akar benim.
İlmek ilmek sevgi işlerim gönüllere,
Nakış nakış Anadolu kilimleri.
Ben aynı kilimin deseniyim.
Ben öğretmenim...

Ben bir öğretmenim,
Dostum aydınlık ,cehalettir düşmanım.
Keremce sevdalarım var benim.
Karanlık çöl olsa, Mecnun olur geçerim.
Cehalet derya olsa kurutur,
Dağ olsa Ferhat gibi delerim.
Ben öğretmenim...

Ben bir öğretmenim,
Ben Anadolu’ yum.
Ben aydınlık bir çağ,
Ben ay yıldızlı bayrağım.
Rüzgârlar estikçe türkü söyler sesim.
Türkülerim sevda üstünedir benim.
Türkü türkü,Türk ü söylerim.
Ben öğretmenim...

Ben bir öğretmenim,
Ben Altaylar’ da Oğuzeli,
Ben Kafkasların ılık yeli,
Ben Türkiyemin sevgi seliyim.
Kin ve nefretle işim yok benim.
Gönüllerdir mekânım, evim.
Ben candan, gönülden severim.
Ben öğretmenim...

Ben bir öğretmenim,
Susuzluktan kuruyup çatlayan dudakların,
Kavrulup yanan çorak toprakların,
Bin hasretle beklediği can suyuyum.
Ben garibin ,ben mazlumun umuduyum.
Yarınlar elbet benimdir, ebed benim.
Sizlersiniz benim geleceğim.
Canım ,sevgili öğrencilerim.
Minik kalbinizde, minicik bir yer isterim.
Ben “Ahmet Öğretmen “ im.

VER

Ben tertemiz bir tahtayım ilim ahlak iman yaz
Ben yoğrulmuş hamurum benden güzel şekil yap
Ben körpecik fidanım naziğim kırılırım
Yağmur ol yağ üstüme ilacım ver gübrem ver
Kurumazda büyürsem bağ senin bahçe senin

Benim dün ki kölemin bugün kölesi etme
Öz yurdunda gariban hasret delisi etme
Şerefsizi dinsizi başımıza bey etme
Bir taraftan siyaset bir taraftan ahlak ver
Başımız dik olunca şan senin bayrak senin

Aristo yu verirken Harezmi yi de öğret
Roma yı anlatırken Ötüken i de anlat
Mekke yi Medine yi Buhara yı da anlat
îster yalnız Atina ilya odesa yi ver
Eğer bir gün sızlarsa can senin vicdan senin

Sen bize yolu göster koşanlar biz olalım
Sen bize dağı göster aşanlar biz olalım
Dünya ya sığmayalım evreni dolaşalım
îster hala yatalım yorgan döşek yastık ver
Vatanı vatansıza satarsak günah senin

Biliyoruz elbette sıkıntıda derttesin
Derdin dünyalar olsa yenecek kuvvettesin
En mübarek dinde ve en aziz millettesin
ister yürü üstüne istersen de kaçıver
Kafadaki fikir ve döşteki yürek senin

Fatih Fatih olmazdı hocası olmasaydı
Yunusun derdi buğday Taptuk u bulmasaydı
Gazali yükselmezdi Bağdat a gelmeseydi
Ey Allah'ım bizleri biz yapacak hoca ver
Biz rahmete muhtacız rahmet kapısı senin.

TELEFON

Telefonu açmıyorsun telefonlarıma neden cevap vermiyorsun seni sevdiğimi sana aşık olduğumu bilmiyormusun sevmiyorsan beni istemiyorsan sonkez çık telefonlarıma cevap ver sevmiyorsan bileyim başımı alıp buralardan gideyim çıkmıyorsun hayallerimden çııkmıyorsun aklımdan fikrimden o sesini sonkez aç telefonu duyayım sensin benim derdim kederim telefonu açmıyorsun seni nasıl sevdiğimi inan bilmiyorsun senin uğruna döktüğüm gözyaşımı gelip silmiyorsun cep telefonunu kapamışsın evin telefonuna çıkıp bakmıyorsun sesime cevap vermiyorsun duysam sesini sondefa göre bilsem melek yüzünü hiçmi sevmedin yoksa beni hiç düşünmedinmi beni evinize geldim kapılara pencereye çıkmadın gidiyorum istediğin oldu gerri dönmem asla sana telefonda bile olsa sonkez sesini duya bilseydim beni sevmeyeceğini bilseydim sana ümit bağlarmıydım peşinden koşarmıydım seni ne arar nede sorardım hata etmiişim sana sevdiğim demekle sonkez bile telefonu açmadın kapılara pencereye çıkıp yüzüme bakmadın telefonu açmıyorsun

Gün Doğmadan Gel

güneş doğar yar sensiz ısıtmaz
isterem ki gelem ay yolumu ışıtmaz
gece uzun, yastık diken uyutmaz
kara sevdam gün doğmadan gel

yürek yangın, deniz olsa söndürmez
giden ömrü, sultan gelse döndürmez
bu dert beni süründürür öldürmez
sarı sabrım gün dolmadan gel

yaram derin lokman hekim dindirmez
garibim sensiz el yüzümü güldürmez
düşler hayın, cemalini sevdirmez
seyyah sancım. gün solmadan gel.

Siyaha Rest

üşür sözlerim, sana ulaşamaz
pulsuz dilekce gibi,döner yarı yoldan
şair demezler, şiirlerim de üşür
adressiz mektup gibi, döner yarı yoldan

geçtiğim köprüleri yıktım
mazim suyun karşı yakasında

su kirletir mi?
tuz kokar mı?

gecenin güneşi batıdan doğarken
eritemediği karları süpürmüş,
bağrıma yığar
hangi çicek rengini, hangi çiçek kokunu almış
gün yanığı tenin mor renkler içinde
acılar sağır,acılar dilsiz, acılar yüzsüz.
elsiz acılar, gölgemi bile boğar

ey hayat, seni sana bırakmam
sen, yemyeşil çimlere uzanmış
gökyüzünü seyrederken
bana, ’çimlere basmak yasak’ diyemezsin

ey hayat, seni sana bırakmam
masum ve serin bir su damlasısın
hiç kesilmeksizin, beynime damlayan
sonrasında tonlarca ağırlaşan çin işkencesisin sen

Sevgi

ne okulu ne de öğretmeni olmayan , sevgi
ne de saat gibi ayarı

ne ağlatır ne güldürür
ne yaşatır ne öldürür
ne var ne yok
dünyayı üzerinde tutan
dünyanın altındaki sevgi

sevgi, korku
sevgi,cesaret
sevgi,ahmakça
sevgi yürek ister
sevgi, simsiyah
sevgi ışık ister
sevgi anlamsız,anlam
sevgi mantık ister
sevgi boşlukta
sevgi direk ister

hani sevgi emekti
hani aştı yemekti
masum bir bebekti
doğmadan öldürdüler.

CANIM ÖĞRETMENİM

ÖĞRETMENİM SENİ ÇOK ÖZLEDİM
HELE O GÜZEL YÜZÜNÜ
O EĞİTİMCİLİĞİNİ
BİR TÜRLÜ ÇIKARAMIYORUM AKLIMDAN
SEN OLMAYINCA
HERTARAF KARANLIK VE IŞIKSIZ
GERİ DÖN ÖĞRETMENİM
BENİM MELEK ÖĞRETMENİM
CANIM ÖĞRETMENİM
BİR BİLSEN SENİ NE KADAR ÖZLEDİM
LÜTFEN GERİ DÖN ÖĞRETMENİM

Hey Dost...

İnsanlar aç,susuz,sefil
Kimisi hayatla ölümün eşiğinde hain dünyanın soğuğundan
Kimisi de gününü gün ediyor onun,senin ve benim hakkımızı yiyerek
Hey dost bazıları hayatın acı tarafını tadar
Bazıları para için her şeyini verir o yüzden de büyükler ona hayatın acı tarafını yedirir
İşte o acıyı,eziyeti tadanlar hayatı gerçekten yaşayanlar ve bu dünyayı sevmeyenlerdir
Bazıları o gerçekleri hep yaşamak zorundadır bazıları o gerçekleri rüya gibi geçer
Ama hiçbiri bilmez o acılar onların eseridir...
Söylenecek o ki;
Bazıları acıları acımasızlığıyla yaşar
Ancak bu acımasızlık hayatın değil onların hakkını yiyenlerin ruhsuzluğudur...
Görülmemiş büyüklükte zenginlik onların kıyafeti üstlerinden bir parça koparanı köpek yaparlar
Bu paraların uğrunda köpek olanlar bilmezler ki eğer kendilerini yağmalamalarına izin vermeselerdi
Şimdi onların üstündeki kıyafet kendilerinindi...
Ama onlar köpek olmayı tercih ettikten sonra
Kim koruyacak onları hayat mı yoksa sırf kendini tanıyan insanlar mı...
Kim çare olacak bu gaddarlığa?
Ruhuna söz geçiremeyen ruhunu kaybetmişler mi?
Onlara çare olabilecek tek şey Azrail'in sesi
Çünkü onlar gibi parayı herkesten üstün tutanlar var...
Ve hiçbiri para uğrunda onun canını almaktan çekinmiyecektir!
Bazıları vardır yüzlercesini doyurur...
Bazıları vardır yüzlercesini sömürür...
Bazıları vardır yüzlercesini gözünü kırpmadan öldürür...
Emin olun ki böyle bir dünyada yüzlercesini doyuranlar çok büyük gözükürler
Ancak şuna da inanmalısınız ki yüzlercesini doyurup binlercesini aç bırakmak büyük insan işi değildir!!!
Kendini büyük sanan meydana çıkar savaşı bitirir destek alır
Ertesi yıl barıştığı tarafın hiç haberi olmadan tepelerine bomba yağdırır...
Nerde kaldı büyüklük,nerde kaldı dostluk?
Bazıları insanları okutur adam eder
Ama onun benliğini,kendini yok eder onu bir militan eder...
Belki canlı bomba olup ölecektir okuyan belki de bomba altında...
İnsanlar ölüyor tüm dünyada ırkları,dilleri,dinleri,tenleri için
Özgürlükleri gidiyor ellerinden tüm dünya izliyor...
Ancak biz varız,
Biz insanız ve özgürüz!
Ve dünyadaki tüm insanlar da bizim gibi özgür olmalıdır!
Kimse sömürülmemeli herkes kendi hakkıyla kazanmalıdır...
Ve son olarak hey dost;
Herkes özgür olduğunda tek bir felsefe olmalıdır:
Onların özgürlüğünün başladığı yerde bizimki biter!!!

Devrim...

Kardaşlar işçiyiz,emekçiyiz
Biz bu yurdu güzel TÜRKİYE'mi yurt yapanlarız
Biz işçiyiz ve kendimizle gurur duyuyoruz
Biz emekçiyiz ve tüm işçilerle gurur duyuyoruz
Biz emeğin değerini biliyoruz çalmıyoruz,sömürmüyoruz
Başkasının alın teriyle yarattığını parçalamıyoruz
Halkın hakkını yemiyoruz
Biz insanız kendimizi düşünmeliyiz elbette
Ama bizim gibi insan olanları da düşünmeliyiz ve biz düşünüyoruz
Biz yediğimiz bir lokma ekmeğin değerini çok iyi biliyoruz
Biz o bir lokma ekmeği yerken aklımızda hep sömürülülenler
Aklımızda hep kazandığının karşılığını alamadığı için aç yatanlar
Biz kardaşız ve aynı dünyanın insanlarıyız
Biz savaşmak değil yaşatmak istiyoruz kardaşlar
Biz alın terinin değerini biliyoruz yoldaşlar
Bütün dünya kendi menfaatini düşünüyor hata çok büyük
Ancak biz ayırmadan tüm insanları düşünüyoruz
Belki siyah olabilir,belki mezhebi başkadır
Belki bambaşka bir dil konuşuyordur bu farklılık yaratabilir
Ama aynı gezegende yaşıyoruz bu bizi uzaklaştıramaz
Belki ağzımızdan çıkanlar çok farklı olabilir
Ama biz aynı şeyleri düşünebiliriz
Önemli olan da bu zaten
Hepimiz insanız yaşam ve ölüm arasında bu dünyadayız
Ve gerçekten yaşamak demek
Kazanıyorum diyerek sömürmek,hak yemek değil
Başkasının kazancını sömürmek sadece şerefsizlik
Bir yere çıkıp insanları çok seviyorum dedikten sonra katliamlar yaratmak
Nasıl bir insanlık,nasıl bir insan sevgisi
Özgür olmak önemli tabii ki
Ama her özgürlük başkasınınkinin başladığı yerde biter
Eğer bunu yapamıyorsa insan ne beklenir ondan
Yurdunun yönetimine çeşitli palavralarla gelip güzelim vatanın dört köşesini
Gözünü kırpmadan korkmadan satmak ne büyük saygısızlık!
Özgür olmak herkesin hakkı ve özgürlüğümüze kimse dokunamaz
Düşünme özgürlüğümüz de var ve yanlış yapmıyoruz
Biz hakçıyız halkçıyız halkın hakkını koruyoruz
Biz emekçiyiz milletçe atadan dededen bugüne:
Emeğin değerini damarımızdaki kan gibi biliriz
Biz insanız kardaş,insanı sömürmeyiz!
Biz DEVRİMCİYİZ EY YOLDAŞ!!!
Biz ATAMIZIN yolundayız halkçıyız,
İnklapçıyız,
Milliyetçiyiz,
Laik yaşıyoruz,
Devletçiyiz,
Cumhuriyetçiyiz,
ATATÜRK'ün de öğrettiği gibi DEVRİMCİYİZ...
Selam olsun ezenlere karşı verdikleri mücadelede tüm ezilenlere,
Selam olsum devleti,milleti koruyanlara ve
Selam olsun tüm DEVRİMCİ YOLDAŞLARA...

GEÇMİŞİN İZİ

Bembeyaz açılan sayfaLarıma her gün yeni bir nokta yapıyorlar…
Kağıtlarım kararıyor yeniden
KurtuLamıyorum geçmişimden…
Kağıdı söküp atmak kolay geliyor aslında…
Ama ben atamıyorum, kıyamıyorum kimseye…
O noktaları silmeye çalışıp devam etmek istiyorum
Ama olmuyor…
Aklıyorum paklıyorum kendimi
Ama yine olmuyor…
Hergün başka bir yerden çıkıveriyor karşıma kandığım oyun !
Her yeni günümde huzurla kalkmama engel oluyor!..
Yeni aşkıma, yeni sevgime alet oluyor.
Yanımda olmasa bile hayatıma karışmaya devam ediyor.
Ortadaki suçlu ben miyim ?
Sadece inanmak mıydı suçum…
Bunun cezasını mı ödüyorum ?
Bilmiyorum…
Ve ben noktaları siLmeye calışıp,
Dileğimi bile tutmaya fırsat verilmeden
Mumları üflemeye devam ediyorum…

SEVİMSİZ HAYALLERİM

İçimdeki umudu gözlerindeki gülümseme sağlamıştı bir anda…
Hep bastırdığım, sözde unutmaya çalıştığım duygularım tekrar kavuşmuştu Ruhuna…
Anlık da olsa yüzümde bir tebessüm ışıldamıştı…
Bir umuttu sadece işte…
Küçük ama güzel bir yanılgı…
Bu saniyeler uzun yıllara dönüşsün diye neler vermezdim bilirsin aslında,
Ama neyse…
Benim sevimsiz hayallerim yine gömüldü kalbime…

BÖYLE İMKANSIZSIN

Hangi şiirim anlatabildi ki duygularımı
Gözyaşlarım kadar gerçekçi?
Hangi şarkı karşılayabildi
Hıçkırıklarımın samimiyetini?
Ve hangi gülen yüzüm sulu gözlerim gibi
Seni ne kadar sevdiğime ikna edebildi?
Asıl şimdi soruyorum!
Hangi gözyaşı seni bana getirebildi ki…
Gör! İşte böyle imkansızsın!

UNUTULMAZ

Aramıyordun onu, sormuyordun…
Ayrılmıştın ondan, niyetin kötü değildi belki,
Sadece bunalmıştın, uzak durmak istiyordun…
Arıyordu, açmıyordun, mesaj atıyordu her gün,
Cevaplamıyordun…
İşi uzatmayacaktın aslında ama
Sonra karar değiştirdin.
Seni seviyordu, âşıktı biliyordun…
O yüzden önemsemiyordun pek fazla…
Bir ara mesajlarını kesti.
Yokluğunu fark etmedin bile…
Sonra sana bir haber geldi :
“O öldü” !
Duydun, ilk önce inanmadın
“Yok be” dedin…
Ama merak da ettin, mesaj attın, cevap yok…
Aradın, ulaşamadın…
Soruşturdun biraz, gerçekten de doğruymuş…
“O” artık yaşamıyormuş!
Birden gözlerin doldu… Kalbinde bir sancı başladı…
Bir baktın ki hıçkırıklarla ağlıyorsun…
Onun yokluğunu fark etmiştin…
Aslında seviyormuşsun, neden ayrılmışsın!..
Sorup duruyorsun kendine,
Cevap bulamıyorsun kalbinde…
Ama her ne kadar göremese de
Onun istediği olmuştu sonunda!
Artık unutmayacaktın onu,
Unutamayacaktın asla!!!

İMRENİYORUM

Bahar geldi yine açıldı güller,
Açamadım güle imreniyorum.
Karlar eridikçe taştı dereler,
Taşamadım sele imreniyorum.

Yüksek yaylalarda kuzu meleşir,
Güzeller seyrana çıkmış gülüşür.
Bütün mahluk harıl harıl çalışır,
Coşamadım ele imreniyorum.

Aşıkların figanına dem vuran,
Yârin zülüfünü saçıp savuran,
Seherden sehere hep koşup duran,
Koşamadım yele imreniyorum.

Seyfi'yim hiç yar hatrını sormadım,
Dostun bahçesinde gülün dermedim.
Çok karlıydı tepesine ermedim,
Aşamadım bele imreniyorum.

BİTMEZ

Bir firkat düştü gönlüme,
Kor gibi yakıyor gitmez.
Gönlü tutuşan ah eder,
Benim hiç dumanım tütmez.

Yüksek dağ karsız olur mu?
Yiğit hiç yarsız olur mu?
Sevenler arsız olur mu?
Sevgi taş yürekte bitmez.

Seyfi'yim budur ahvalim,
Yoktur haz neş'eli halim,
Dikensiz dalda bir gülüm,
Dalımdan hiç bülbül gitmez.

BANA NE?

Burcu burcu kokan dağlarım vardır,
Elin gülistanından bana ne?
Ekmeğim katığım yeter de artar,
Yadın bağı bostanından bana ne?

Yaz gelince yeşillenir bağlarım,
Türlü nimetlerle dolar bağlarım.
Ah ile vah ile geçti çağlarım,
Başkasının cümbüşünden bana ne?

Ben Seyfi'yim ömrüm geçti boşuna,
Elin yazı değmez benim kışıma,
Ölsen de el bakmaz gözün yaşına,
Elin düşen kalkanından bana ne?

ZOR GELİYOR

Sevmek… Zor geliyor! . .
Üzmeye hakkım yok kimseyi!
Sen anlamayacaksın bu cümleyi,
Çözemeyeceksin belki;
Tıpkı beni anlayamadığın, çözemediğin gibi!
“Bencilin teki” oluyorum yavaş yavaş gözünde,
Sana bekle, sabret demeye de yok yüzüm…
Çaresiz misin? Dayanamıyor musun ?
Beni neden hiç düşünmüyorsun?!
Gün geçtikçe birilerinin canını yaktığımı bilmek
Kolay mı ?
Bu kalp yoruldu artık, bu beden yıldı
İçimdeki sonsuzluk tükendiii !
Yeter artık ızdırabın…
Sana döndüğümde yine acı çektirmeyeceğime
Bir inansam… Tek saniye durmam !
Senden sadece şunu isteyeceğim
Benim aşkımı benden dilenme,
Allah’tan dile…
Bütün kalbinle…

ARKADAŞLIK

Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. " arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman her sefer bu tahta perdeye bir çivi çak" demiş. Genç, birinci (ilk) günde tahta perdeye 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendine kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış.
Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahta perdenin önüne götürmüş. Gence "bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahta perdelerden bir çivi çıkar sök" demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona "aferin iyi davrandın ama bu tahta perdeye dikkatli bak. artık çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş.
Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin ama bu delik aynen kalacak (kapanmayacak).
Bir arkadaş ender bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur, seni dinler sana yüreğini açar" demiş...

ÜÇ SORU

Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi: "Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin
ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi
başarırdım."
Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığın dört
bir yanına kim kendisine her iş için en uygun
vakti, bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu
ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu
öğretirse ona büyük bir mükafat vereceğini ilan
etti.

Bilgeler kralın huzurunda toplandı, fakat
sorulara verdikleri cevaplar birbirinden tamamen
farklı çıktı.
İlk soruya cevap olarak; kimileri "her hareketin
doğru vaktini bilmek" için önceden günlerin,
ayların, yılların yer aldığı bir takvim
hazırlamak ve sıkı sıkıya buna uyarak yaşamak
gerektiğini söylediler. "Ancak böylece her şey
tam zamanında yapılabilir" dediler. Diğerleri ise
her hareketin doğru vaktine önceden karar
verilemeyeceğini, kişinin kendisini boş
eğlencelere kaptırmayıp, hep daha önce olmuş
olayları izleyerek lüzumlusunu yapabileceğini
iddia ettiler.
Başka bilginler de, kral neler olup bittiğine ne
kadar dikkat ederse etsin, tek bir kişinin her
hareket için en uygun vakte karar vermesinin
imkansız olduğunu; kralın, her şeyin en uygun
vaktini tespitte ona yardım edecek bir bilge
kişiler konseyi kurması gerektiğini söylediler.
Fakat bu defa da başka bilginler; "Bir konseyin
önünde beklemesi imkansız bazı şeyler vardır, bu
işlerin yapılıp yapılmayacağına ancak tek bir
kişi anında karar verebilir" dediler.
"Buna karar vermek içinse neler olacağını önceden
bilmek gerekir. Neler olacağını önceden bilenler
de yalnızca sihirbazlardır. Dolayısıyla her
hareketin doğru vaktini bilmek isteyen,
sihirbazlara danışmalıdır."
İkinci soruya da aynı şekilde türlü türlü
cevaplar geldi. Kralın en "fazla ihtiyaç duyduğu,
en gerekli kişiler" bazılarına göre danışmanlar;
bazılarına göre papazlar; bir kısmına göre
hekimler; daha başka bir kısmına göre ise
savaşçılardı.
Üçüncü soruya, yani "en önemli işin ne olduğu"
konusuna gelince; bazıları dünyadaki en önemli
şeyin bilim olduğunu söyledi. Bir kısmı savaşta
ustalaşmak; daha başkaları da dinî ibadet
dediler.
Bütün cevaplar birbirinden farklı çıkınca, kral
bunların hiçbirisini kabul etmeyip hiç kimseye de
ödül vermedi. Ama hâlâ doğru cevapları aradığı
için, bilgeliğiyle ünlü bir münzeviye danışmaya
karar verdi. Münzevi, hiç ayrılmadığı bir ağaç
kovuğunda yaşar, yanınaysa sade halktan başkasını
kabul etmezdi. Bu yüzden kral üstüne sıradan
elbiseler giyerek kendisini halktan biri gibi
göstermeye çalışarak yola düştü.
Münzevinin kovuğuna yaklaştıklarında atından indi
ve muhafızını da geride bırakıp yola devam etti.
*
Kral yaklaşırken münzevi, kovuğunun önüne çiçek
tarhları kazıyordu. Geleni gördü, selamlayıp
kazmaya devam etti.
Münzevi mecalsiz ve zayıf birisiydi; küreğini
toprağa her sokuşunda bir parçacık toprak
çıkarıyor, soluk soluğa kalıyordu
Kral yanına gelip şöyle dedi.
"Ey bilge münzevi, size üç sorunun cevabını almak
için geldim: Doğru şeyi doğru zamanda yapmayı
nasıl öğrenebilirim?
En fazla muhtaç olduğum, dolayısıyla
diğerlerinden fazla ilgi göstermem gereken
insanlar kimdir?
En önemli ve her şeyden önce kendimi vereceğim
işler nelerdir?"
*
Münzevi, kralı dinledi, ama cevap vermedi.
Avuçlarına tükürüp kazmaya devam etti.
"Yoruldunuz" dedi kral. " Küreği bana verin de
biraz dinlenin."
Münzevi; "Sağ olun" diyerek küreği krala verdi,
yere oturdu. Kral iki tarh kazdıktan sonra durup
sorularını tekrarladı. Münzevi yine cevap
vermeden ayağa kalktı, elini küreğe uzattı ve;
"Biraz dinlenin; bir parça da ben çalışayım."
Dedi. Fakat kral küreği ona vermeyip kazmaya
devam etti. Bir saat geçti, bir saat daha...
Güneş, ağaçların ardından batmaya başladı.
Sonunda kral küreği toprağa saplayarak konuştu:
"Ey bilge kişi... Senin yanına sorularıma bir
cevap bulmak için geldim. Eğer cevap
vermeyeceksen, söyle de evime gideyim".
Münzevi; "Buraya koşarak birisi geliyor, dedi.
Bakalım kimmiş?" Kral da arkasını döndüğünde bir
adamın koşarak kendilerine doğru geldiğini ve
karnına bastırdığı ellerinin altından kan
sızdığını gördü. Yaralı adam onların yanına
ulaşınca, kendinden geçercesine inledi, sonra da
bayılıp yere düştü.
*
Kral ve münzevi, hemen adamın üstündeki
elbiseleri çıkardılar. Karnında büyük bir yara
vardı. Kral yarayı elinden geldiğince yıkadı,
mendiliyle ve münzevinin havlusuyla sardı. En
sonunda kan durdu, adam kendisine gelince içecek
bir şey istedi.
Kral dereden taze su getirip ona verdi. Bu arada
akşam olmuş hava soğumuştu. Kral, münzevinin de
yardımıyla yaralı adamı kovuğa taşıyarak yatağa
yatırdı. Yatağa uzanan adam gözlerini kapatıp
derin bir uykuya daldı.
Kral koşuşturmaktan ve yapmış olduğu işlerden
öylesine yorulmuştu ki eşiğe çöktü ve uyuyakaldı;
kısa yaz gecesi boyunca deliksiz bir uyku çekti.
Sabah uyanınca nerede olduğunu, yatakta uzanmış,
şaşkın gözlerle ve dikkatle kendisine bakan
yabancının kim olduğunu uzun süre hatırlayamadı.
*
Kralın uyandığını ve kendisine baktığını gören
adam;
"Beni affedin" dedi, zayıf bir sesle.
Kral; "Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir
şey yapmadınız ki" dedi.
"Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum,
dedi yataktaki adam...
Ben, kardeşini astırdığınız ve mallarını elinden
aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir
düşmanınızım. Tek başınıza münzeviyi görmeye
gittiğinizi öğrendim ve dönerken yolda sizi
öldürmeye karar verdim. Ama akşam olduğu halde
dönmediniz. Ben de sizi arayıp bulmak için pusuya
yattığım yerden çıkınca muhafızlarınıza
rastladım, beni tanıyıp yaraladılar. Onlardan
kaçtım, fakat yaramdan çok kan akıyordu. Yaramı
sarmasaydınız kan kaybından ölürdüm.
Ben sizi öldürmek istedim, siz ise hayatımı
kurtardınız. Eğer yaşarsam şimdiden sonra en
sadık köleniz olup size hizmet edeceğim ve
oğullarıma da aynı şeyi emredeceğim.
Affedin beni."
Kral, düşmanıyla bu denli kolay barıştığı ve onun
dostluğunu kazandığı için çok mutlu oldu; onu
affetmekle kalmayıp uşaklarını ve kendi doktorunu
gönderip onun tedavisini yaptıracağını söyledi.
Ayrıca mallarını iade edeceğine de söz verdi.

Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının önüne çıkıp
münzeviyi aradı. Gitmeden önce, sormuş olduğu
sorulara cevap vermesini bir kez daha rica etmek
istiyordu.
Münzevi dışarıda, bir gün önce kazmış oldukları
tarhlara çiçek tohumları ekmekteydi.
Kral ona yaklaştı ve şöyle dedi:
"Sorularıma cevap vermeniz için size son defa
yalvarıyorum!.."
Yorgun dizlerinin üstünde çömelmiş olan münzevi,
gözlerini kaldırıp krala baktı ve;
"Cevabınızı aldınız ya" dedi.
"Nasıl aldım? Ne demek istiyorsunuz?" Diye sordu
kral. "Anlayamıyorsunuz" diye cevapladı münzevi.
"Dün eğer benim dermansızlığıma acımayıp şu
tarhları kazmasaydınız, gidecek ve şu adamın
saldırısına uğrayacaktınız. Ve yanımda
kalmadığınıza pişman olacaktınız. Yani en önemli
vakit, tarhları kazdığınız vakitti. En önemli
kişi bendim ve en önemli işiniz bana iyilik
yapmaktı. Daha sonra bu adam yanımıza koşarak
geldiğinde, en önemli vakit onunla ilgilendiğiniz
vakitti, çünkü eğer onun yaralarını
sarmasaydınız, sizinle barışmadan ölecekti.
Dolayısıyla en önemli kişi oydu, en önemli iş de
onun için yaptıklarınızdı. * Bundan sonra şu
gerçeği unutmayın: Tek önemli vakit vardır.
İçinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir,
çünkü sadece o zaman elimizden bir şey
gelebilir... En önemli kişi; kiminle beraberseniz
odur. Zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha
görüşüp görüşmeyeceğini bilemez... Ve en önemli
iş; iyilik yapmaktır. Çünkü insanın bu dünyaya
gönderilmesinin en önemli sebebi budur."

ANNE KALBİ

Delikanlı,katı yürekli bir kızı sevmiş ve onunla evlenmek istemişti.Ancak kız,korkunç bir şart ileri sürerek:
Senin sevgini ölçmek istiyorum,dedi.Bunun için de köpeğime yedirmek üzere bana annenin kalbini getireceksin. Delikanlı,tüyler ürperten bu teklif karşısında ne yapacağını şaşırmış ve uzun bir tereddütten sonra hislerine mağlup olup annesini öldürmeye karar vermişti.Annesi,belki de durumu fark ettiği için oğluna fazla direnmedi.Ve çocuk,annesini öldürerek kalbini bir mendile koydu.Delikanlı,kızın isteğini yerine getirmiş olmanın heyecanıyla yolda koşarken,ayağı bir taşa takıldı.Kendisi bir tarafa,mendil içindeki kalp bir tarafa fırladı.Canının acısından,ağzından ister istemez" Ah anacığım!"sözleri döküldüğünde annesinin tozlara bulanan ve hala soğumamış olan kalbinden bir ses yükseldi:
-Canım yavrum,bir yerin acıdı mı?

HAYATIN ANLAMI

Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde, yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını, dağlara dönmeli yüzünü insan. Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak; yeni insanlarla tanışmalı, yeni keşifler yapacak... Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, gerçekleştirmeyi denemeli!

Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını;zamanın bir nehir, kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı. Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler, her akşam
aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa, değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri; küçük şeylerle başlamalı belki;örneğin, bir kaç durak önce inip servisten, otobüsten;yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; gördüğünü hissedebilmeli!

Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,değerli olabilmeli hayat! İlla büyük acılar çekmemeli,küçük mutlulukları fark etmek için! Başkasının yerine koyabilmeli kendini; ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli! Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!

Şu; adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;sevgisiz, soysuz kalarak! Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden, derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine... Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını... Karda, yağmurda;sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda; öfkesine,isyanına ortak olabilmeli doğanın!

Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği; bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli! Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli!

Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için;kaçırmamalı! Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç çaresiz kalmamışsan,dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan,neşesizdir kahkahaların; merhaba dememişsen,anlamsızdır elvedaların...

Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı! Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için... Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...

Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları,aynı bahanelerle tekrarlamaması için! Soruları olmalı,yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak! Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!

Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi; ama,kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin; zaman bulabilsin; bir teşekkür, bir elveda için... Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan! Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı!

29 Aralık 2009 Salı

PAPATYA TARLASI

Papatya tarlası Bir papatya tarlası düşün.. İlkbahar ayı..Ve sen onun yanından geçen yolda yürüyorsun ve o papatya tarlasında bir papatya dikkatini çeker..Binlercesinden birisidir ama sen onun yanına gidersin.. Onda seni çeken bir şeyler vardır.. O papatyayı olduğu yerden koparırsın.. Sadece senin olsun istersin.. Sadece senin..Öleceğini düşünmeden.
Ve gidersin o tarladan. Bence bu tutku.. İçindeki şiddetin durduramadığı bir bencillik ama bir o kadar güzel ve hapsedici. Yine o tarlanın kenarındaki yolda yürüyorsundur.. Yine milyonlarcası arasında bir tanesi seni çeker.. Yaklaşırsın yanına.. Yanına gidersin o papatyanın.. Gözlerin başkasını görmez olur o an. Onun için her şeyi yapmak istersin.. Dokunmak istersin.. Dokunamazsın, orada onunla ölmek istersin. Ama birden hafif bir rüzgar eser ve bir başka güzel çiçek kokusu gelir burnuna.. Dayanamazsın onun kokusuna.. Unutturur her şeyi bir anda ve o kokunun geldiği yöne gidersin..O papatya orada kalmıştır.. Yüreğinin bir kenarında.. Paylaşılmamıştır bir çok şey.. Unutulur çok şey.. Unutulmaz belki ama geri de dönülmez ona.. Aşk bence böyle bir şey.. Yine o yoldasın.. Papatya tarlasının yanından geçen.. Ve yine bir papatya... Milyonlarcasının içinde seni çeker.. Gidersin yanına.. Orada kalakalırsın.. O hiç ölmesin diye her şeyi yaparsın.. Tüm gücünle onunla olmak istersin.. Oradan seni koparacak hiç bir güç olmadığına inanırsın.. Ve orada onunla ölene kadar
birlikte kalırsın..
Bence sevgi de bu.

HAYATIN KURALLARI

* İnsanlara beklediklerinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol.
* En sevdiğin şiiri ezberle.
* Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma.
* "Seni seviyorum" derken inanarak söyle.
* Evlenmeden önce en az altı ay nişanlı kal.
* Asla başkalarının hayalleriyle dalga geçme.
* Derinden ve inançla sev. Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam yaşayamazsın.
* Anlaşmazlıklarla dürüstçe savaş. İsim verme.
* *İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp onlar hakkında karar verme.
* Yavaş konuş ama hızlı düşün.
* Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır.
* Anneni ara.
* Biri hapşırırsa "çok yaşa" de.
* Eğer kaybedersen, aklını da kaybetme.
* Üç "S"yi unutma: Saygı kendine Saygı başkalarına Sorumluluk tüm hareketlerin için.
* Küçük bir tartışmanın tüm dostluğu mahvetmesine izin verme.
* Eğer hata yaptığını fark edersen hemen onu düzeltmeye bak, bile bile devam etme.
* Telefonda konuşurken gülümse. Karşındaki sesinden gülümseyişini duyacaktır.
* Konuşmayı sevdiğin bir erkekle / kadınla evlen. Yaşın ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktır.
* Biraz yalnız kalmaya özen göster.
* Daha fazla kitap oku, daha az TV seyret.
* Güzel, şerefli bir hayat yaşa. Yaşlanıp geri baktığında ikinci bir defa tadını çıkarırsın.
* Allah'a güven ama arabanı kilitle.
* Yuvanda sıcak bir ortam yaratmak için elinden geleni yap.
* Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama.
* Bilgilerini paylaş. Bu aynı zamanda ölümsüz olmanın bir başka yoludur.
* Dua et. Büyük güç verir. Düşün. Daha da büyük güç verir.
* İşini iyi yap.
* Yılda bir defa, daha önce gitmediğin bir yere git.
* Eğer çok paran olursa, başkalarına yardım et. Paranın en zevkli tarafını kaçırma.
* Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstır.
* En iyi ilişki, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla olduğu zaman olacaktır.
* Başarının gerçek olup olmadığını anlamak için karşılığında neler verdiğine bak.
* Şunu bil ki karakterin senin kaderindir.

TEK BİR GÜLÜMSEME

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı.hemen bir not yazdı.
Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokanta da garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk kez böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına attı.
Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki... İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını doyurduktan sonra bir apartman bodrumundaki tek göz odasının yolunu tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu kucağına aldı.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için çok mutluydu. Sıcak odada bir o bir bu yana koşturup durdu.
Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle havladı ki tüm apartman halkı uyandı. Anneler, babalar, dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp ölümden kurtardılar.
Bütün bunların hepsi, ama hepsi beş kuruşluk bir maliyeti olmayan bir tebessüm sonucuydu

EFLATUN'UN CEVABI

Eflatun'a iki soru sormuşlar... Birincisi; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?"

Eflatun tek tek sıralamış:

- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler...

- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler...

- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...

- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...

Sıra gelmiş ikinci soruya ; "Peki sen ne öneriyorsun?"

Bilge yine sıralamış;

- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey,

sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...

- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır".

- Sizi seven çok kişi vardır ama onlar duygularını nasıl ifade edeceklerini bilmeyebilirler...

- Bazen başkaları tarafından affedilmek yetmez, siz de kendinizi affedebilmelisiniz...

E-MAİL

Bir işsiz, Microsoft'un "Temizlikçi Aranıyor" başlıklı iş ilanı üzerine
başvuruda bulunur. Personel şefi kısa bir görüşmeden sonra, yer
temizleme sınavını takiben şöyle der:

- İşe kabul edildin, bana e-mail adresini bırak, sana işe başlama
tarihini ve getirmen gereken evrakları bildireceğiz.

Adam boynu bükük bir şekilde bilgisayarının ve tabii ki e-mail
adresinin
olmadığını söyler. Personel şefi, bu durumda kendisini yaşayan biri
olarak kabul edemeyeceğini ve yaşamayan birisini de işe almasının mümkün
olmadığını dile getirir.

Adam ne yapacağını bilemez ve kırgın bir şekilde, cebinde sadece 10
Dolar ile dışarı çıkar. Halden 10 kg domates almaya karar verir. Kapı kapı
dolaşarak domatesleri satar ve sermayesini iki katına çıkarır. Bu işi
üç kere daha yapar ve sermayesini 160 Dolar'a yükseltir. Artık bu
şekilde yaşamını devam ettirebileceğine kanaat getirir.

Her sabah evinden biraz daha erken çıkar ve daha geç döner. Her gün
parasını katlamakla meşguldür Kısa bir zaman sonra bir el arabası satın
alır, daha sonra bunu bir kamyonla değiştirir. Bir süre sonra bir
sevkiyat filosunun sahibidir artık. 5 yıl sonra adam ABD'nin en büyük gıda
distribütörü olmuştur. Artık ailesini ve geleceğini düşünme gereğini duyar
ve bir hayat sigorta poliçesi için başvuruda bulunur. Görüşmenin
sonunda sigortacı teklifini göndermek üzere e-mail adresini ister. Adam
e-mail adresinin olmadığını söyleyince sigortacı şöyle der:

- Çok tuhaf, e-mail adresiniz olmadan bir imparatorluk kurmuşsunuz,
hele bir de e-mailiniz olsaydı kim bilir ne olurdunuz?

Adam biraz düşünür ve şöyle yanıt verir: "Microsoft'da Temizlikçi..."

YOKSA HAYAT

Sonsuz fırsatları sayısız sanıp, kendimizi hep ileride bir gün
karşılaşacağımızı sandıgımiz bir başkasını, bir yenisine ertelerken hayat
yanımızdan geçip gidiyor mu?

Karşımıza erken çıkmış insanları yolun dışına sürerken; bir gün geri dönüp, onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz?

Hayat her zaman cömert davranmaz bize. Tersine, çoğu kez zalimdir. Her
zaman aynı fırsatları sunmaz.

Toyluk zamanlarını ödetir. Hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların,
eskitmeden yıprattığımız dostlukların,savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız birgün...

Bir akşam üstü yanımızda kimsecikler olmaz;
Ya da olması gerekenler yanımızdakiler değildir...

BEBEK

Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri,kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu. Onun ipek yanaklarını daya doya öpmek ve cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde : "Dokunma bana ..." diye bir ses duydu."Beni okşamaya hakkın yok senin..." Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı. Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu. Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü. Aman Allah'ım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu. "Bana yaklaşmanı istemiyorum" diye devam etti. "Hemen uzaklaş benden..." Kadın, biraz olsun kendini toplayarak : "Çocuklarımız hep erkek oluyor" dedi. "Onlar da güzel ama kız çocukları başka.Bu yüzden seni öpmek istedim.""Beni öpemezsin" diye ağlamaya başladı bebek."Benim de seni öpemeyeceğim gibi..." "Neden ?" diye sordu kadın."Neden öpemezsin ki ?" Bebek, hıçkırıklara boğulurken : "Bunun sebebini bilmen gerekir" dedi."Düşünürsen mutlaka bulacaksın..." Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi. Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor,odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken : "Geçmiş olsun hanımefendi" dedi."Başarılı bir kürtajdı doğrusu.Ha..! Sahi, "kız"mış aldırdığınız bebek."

HİÇ KİMSE GEÇMİŞİNİ UNUTMASIN

Atalarımız bazı doğruları vecizeleştirip bizlere hediye etmişlerdir. Bunlardan biri de malumunuz: "Aslını inkar eden haramzâdedir." sözüdür. Bugün sizlere, bir aslını inkar etmeme olayı arz edeceğim.

Ola ki, siz de ibretle okuya, hayretle düşüne ve aslınızı unutmama konusunda düşüncenizi perçinlemiş bulunasınız.
* * * * * * *
Efendim, on sekizinci asrın başlarında İstanbul'dayız. Avcı Mehmet diye bilinen Sultan Mehmed'in annesi Turhan Sultan, İstanbul'da bir gezintiye çıkar. Bir ara bugünkü Unkapanı Köprüsü'nün Galata'ya varan ucundaki Azap Kapı'ya da uğrar. Oradan Galata tarafına geçmek isterken Sokullu Mehmet Paşa Camii'nin bulunduğu yerde bir kızcağızın oturmuş, gözyaşı döktüğünü görür. Yaklaşır, bakar ki, çocuğun önünde kırılmış bir testi var.

Şefkatle seslenir:

- Yavrucuğum niçin ağlıyorsun, boşuna gözyaşı dökme. Kırılan testi olsun. Sil gözünün yaşını. İşte sana testinin parası. Hemen yenisini al.

Kızcağız yaşlı gözlerini silerek baktığı Turhan Sultan'a titrek sesle cevap vermeye çalışır:

- Ben der, testi kırıldığı için ağlamıyorum. Sabahtan beri iplik gibi akan su başında bekleyip de doldurduğum testinin suyunu hizmetçilik ettiğim eve götüremeyecek kadar beceriksizlik gösterdiğim için ağlıyorum.

Turhan Sultan bu cevaptan çok memnun olur. Orada kızcağızın kim olduğunu soruşturur. Ana-babadan yetim bir öksüz olduğunu, hayırsever bir ailenin yanında karın tokluğuna hizmetçilik ettiğini öğrenir. Hemen gidip kızcağızı aileden ister, saray terbiyesine alır.

Fevkalade bir öğrenim kabiliyetine sahip olan öksüz kızcağız, kısa zamanda inkişaf eder, her konuda sarayda örnek bir hanım haline gelir. Öylesine itibar kazanır ki, onu hayırseverin evinden alıp saraya getiren Turhan Sultan, padişah hanımı olmaya bile layık görür ve nitekim Sultan Mustafa (II) ile evlendirir. Böylece Saliha Hanım, Saliha Sultan unvanını alır, Hanım Sultan olur.

Aradan geçen zaman içinde dünyaya getirdiği oğlu Mehmet (I)'in de padişah olması sebebiyle bu defa da Saliha Sultan'lıktan yükselir Valide Sultan olur.

Ne var ki, Saliha Sultan, Valide Sultan'lığa terfi ettiği halde geçmişini asla unutmaz. Öksüzlüğünü, hizmetçiliğini, hatta kırdığı testinin başında ağlarken elinden tutulup da böylesine eşsiz bir mevkiye çıkışını, hep düşünür.

Bir gün çevresiyle birlikte testisini kırdığı, başında gözyaşı dökerken elinden tutulup da saraya getirildiği yere gider. Sessizce yine gözyaşı dökmeye başlar. Meraklananlar sebebini sorarlar. O da geçmişteki olayı onlara açık seçik anlattıktan sonra emrini verir:

- Testimin kırıldığı bu yere öyle bir çeşme yapılsın ki, asırlar geçsin; ama çeşmenin suyu bitmesin, sanatı gözden düşmesin. Testisini kıran kızlar bir daha dolduramam diye gözyaşı dökmesin. Su bol aksın.

- Sonra ne mi olur? Öylesine bir sanat eseri büyük çeşme yapılır ki, aradan asırlar geçer, çeşme halen sanatındaki eşsizliği korumakta, çevreye de su hizmeti vermektedir.

Unkapanı Köprüsü'nün Karaköy başında Sokullu Mehmet Paşa Camii'nin yanındaki çeşmeyi bugün olanca ihtişamıyla görmeniz mümkündür.

Demek Saliha Sultan geçmişini unutmamış. Valide Sultan'lığa terfi etmesine rağmen hizmetçilik ettiği günleri mukayesesiyle yaşamıştır. Bu yüzden yaptırdığı çeşmesiyle, ben burada testi kıran bir hizmetçi kızdım demek istemiş, kendinden sonra gelenlere örneklik etmiştir.

Evet, siz de unutmayın geçmişinizi, yokluk, sıkıntı ve ıstırap dolu günlerinizi ve şu anda sahip olduğunuz imkanlarınızla yapmanız icap eden hizmetlerinizi...

ERDEMLİ OLMAK

Sevgi insanın kalbinde doğuştan yer etmiştir. Anne sevgisi bunun gelişmesine neden olur. Babamızı severiz, kardeşimizi severiz, arkadaşımızı severiz, okula gider öğretmenimizi severiz, düşüncelerimiz büyüdükçe vatanımızı severiz. Düşüncelerimiz daha da büyüdükçe üstünde yaşadığımız dünyayı severiz ve o dünyada yaşayan insanları severiz. İnsan sevgisi çok önemli bir duygudur ve insanı hayata bağlar. Sevelim, sevilelim, bırakalım kalbimiz sevgiyle dolsun.

Dünyadaki canlıların en değerlisi insansa, insanların en değerlisi erdemli olandır. Erdemli olmanın ilk koşulu sevgiyse, ikincisi saygıdır. İnsan önce kendine saygı duymalıdır. Fikirleriyle barışık olmalıdır. Doğruluktan şaşmamalıdır. Durup dururken fikir değiştiren, bugün beyaz dediğine yarın siyah diyeni kimse alkışlamaz. Böyleleri aynaya yüzü kızarmadan bakamaz. İnsan kendine olan saygısını başkalarına saygı duyarak pekiştirir. Başkasının arkasından konuşmamalı, kimsenin kalbini kırmamalı, kötü söz söylememelidir.

Spor yapmak günlük hayatın sıkıntısını en aza indirgemek için biçilmiş kaftandır. Hareketli olmak, yürümek, jimnastik yapmak, koşmak…vücudumuzun hücrelerine birikmiş olan kiri temizler. Kirden arınan insan daha canlı ve atak olur. Bu da insanın genç ve dinç kalmasını sağlar. Her gün jimnastik yaparsak ve bunu alışkanlık haline getirirsek geçen zamanın bizi yaşlandırmak için zorlanacağını fark ederiz.

İnsan beyni çok önemli bir rol üstlenir. Hayat sahnesinde başrolde mi oynayacağın yoksa figüran mı kalacağın orada şekillenir. Beyin bazı şeyleri fark etmeye başladığında kendiliğinden harekete geçer. Örneğin, kafatası içinde durduğu insanın başrolde oynamasını istemektedir. Bunun için gerekli olan şey bilgidir. En iyi ve en doğru bilgi kitaptadır. Bu, insanda okuma isteği yaratır. İnsanın okuması beynin gerekli bilgilerle dolmasını sağlayacaktır. Dolum seviyesi yeterli düzeye ulaştığında, barajın elektrik üretmesi gibi, insan beyni fikir üretmeye başlayacaktır

AFFET BABACIĞIM

Evliliğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında eşi bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, yada baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti. Eşini kaybetmeyi göze alamazdı. Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hala ona ölürcesine seviyordu. Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
Babasına lazım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular. Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik can sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu. Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en sonda babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.
Tipi adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü. Öyle üzgündü ki Dünya başına göçüyor gibiydi. O bu duygular içindeyken babası yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.
Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler. Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu.
Can "Baba sen yaşlandığında bende seni buraya mı getireceğim" diye sorunca Dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba" diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış ve çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu "Baba beni affet, sana bu muameleyi yaptığım için beni affet" diye hatasını belli ediyordu.. Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...
"Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın. Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum

HZ. MUHAMMED’İN KRONOLOJİK HAYATI

M.S. 571- Fil Olayı. Habeşistan'ın Yemen Valisi Ebrehe, Kâbe'ye saldırdı.
20 Nisan 571- İnsanlığın en büyük önderi Hz Muhammed (s.a.v.) doğdu.
575 - Dört sene süt annesi Halime'nin yanında kaldıktan sonra ailesine dönüşü.
576 - Annesi Amine ve hizmetçileri Ümmü Eymen ile birlikte Medine'ye gidip babasının mezarını ziyaret etmesi ve dönüşte Ebvâ'da annesinin vefâtı.
578 - Dedesi Abdulmuttalib'in vefatı ve amcası Ebû Talib'in himâyesine girmesi.
583 - Amcası Ebû Talib'le Suriye'ye ticaret kervanıyla gitmesi ve Busra'da Bahîra'nın, bu genç çocuğun beklenen son Peygamber olabileceğini sezmesi.
588 - Diğer amcası Zübeyr ile Yemen seyahati.
591 - Kureyş-Hevâzîn arasında dört yıl süren Ficar harbinde tarafsız kalması ve Hılf’ûl Fudûl Cemiyeti'ne girmesi, bununla hep iftihar etmesi.
595 - Hz. Hatice'nin kervanını Şam'a götürmesi, Meysere'nin Hz. Muhammed'e hayranlığı.
596 - Hz. Hatice ile evlenmesi, Ebû Talib’in nikâh töreninde konuşması.
598 - Oğlu Kasım'ın doğması. (Kendisine Ebul Kasım denilmesi).
599 - Hz. Ali’nin doğması.
600 - Kızı Zeyneb doğdu,
604 - Kızı Rukiye doğdu,
608 - Kızı Ümmügülsüm doğdu.
608 - Muhammed’ül Emîn denilen Hz. Muhammed’in Kâbe hakemliği.
610 - Hira mağarasında (Ramazan ayında Kadir Gecesi’nde) ilk vahyin gelişi, peygamber oluşu. En yakınlarını İslâm'a davet etmesi. Hz. Hatice, Hz. Ebubekir,Hz. Ali ve Hz. Zeyd’in müslüman olmaları. *Kızı Hz. Fatma'nın doğumu.
613 - Üç yıl gizli davetten sonra Safâ Tepesi’ne çıkıp açıktan davete başlaması.
615 - Müşriklerin ağır baskıları üzerine Hz.Ömer liderliğindeki 14 müslümanın Habeşistan'a hicreti. Putperest müşriklerin zulüm ve işkencelerini iyice artırmaları üzerine müslümanların Dâr’ul Erkam’a sığınmaları.
616 - Hz. Hamza ve Hz.Ömer'in müslüman olmaları.
- İran Hükümdârı Perviz’in, Suriye ve Mısır'ı zabtetmesi.
617 - Hz. Ali'nin ağabeyi Cafer- i Tayyar liderliğindeki (13 kadın, 77 erkek) 90 müslümanın ikinci Habeşistan hicreti. Müşriklerin muhacirleri geri istemesi.
- Habeş Necâşî’sinin, Hz. Câfer’in okuduğu ayetlerden etkilenerek, bunu reddetmesi.
- Kureyş kabilesinin Haşimoğulları'yla münâsebeti keserek boykot ilanı.
619 - Kureyş’in üç senelik ablukayı kaldırması. Hz. Hatice ve hemen peşinden Ebû Talib'in vefatı. Müslümanların sevinçle üzüntüyü bir arada tatması (Hüzün Yılı).
620 - Peygamberimizin İslâm'a davet için Taif'e gitmesi. Ağır hakaretlere uğrayarak Mut’im bin Adiy himâyesinde geri Mekke'ye dönmesi.
- İsrâ ve Mi'rac Olayı. Allâhu Zülcelâl’in Peygamberimizi onurlandırması.
- Peygamberimizin hac münâsebetiyle dışarıdan gelen yabancılarla görüşmesi.
- I. Akabe Biatı. Medineli (Yesribli)12 kişinin müslüman olması. Beş vakit namaz farz kılındı.
621 - II. Akabe Biatı. Peygamberimiz geçen yıl Medinelilere İslâm’ı ve Kur’an’ı öğretmek için Mus’ab b. Umeyr’i göndermişti. Mus’ab’ın gayretiyle 75 kişilik Evs ve Hazreçli, Peygamberimizle gizlice buluştu, O’nu Medineye davet etti.
622 - Hz. Muhammed'in, dostu Hz. Ebû Bekir’le Mekke'den Medine'ye hicreti. Hicrî takvimin başlangıcı.
- Rasûlullah'ın Kuba Mescidi'ni yaptırması. Ranuna vadisinde ilk Cuma namazını kıldırması ve ilk hutbeyi okuması. Neccâr oğullarının Rasûlullah’ı Medineye götürmesi.
- Ebû Eyyûb el Ensârî’nin evinde 7 ay misafir kalması.
- Muhacirlerle Ensar arasında kardeşliğin kurulması.
- Mekke’de nişanlandığı, Hz. Ebubekir’in kızı Hz. Aişe ile evlenmesi.
- Bizanslıların Suriye ve Mısır'ı İran’dan (Sâsânîler’den) geri alması.
623 - Medine'de Mescid-i Nebevî'nin ve Hâne-i Saâdet’in yedi ayda inşâsı.
- Ezanın meşrû kılınması. İlk nüfus sayımı.
- Mescidin önünde fakirleri barındırmak için Suffa yapılması.
- Kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'dan, Mekke-i Mükerreme’deki Kâbe-i Muazzama'ya çevrilmesi.
- Müslümanlarla Yahudiler arasında vatandaşlık antlaşması.
- Medine İslam Şehir Devleti' nin ilk anayasasının hazırlanması.
- Medine Şehir (site) Devleti'nin kurulması. Yönetimin başına Allah Rasûlünün geçmesi.(Müslümanlar hicretle; ezilen horlanan bir cemaatten devlete geçmişlerdi. Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekke’de yalnızca bir peygamberdi. Şimdi ise hem peygamber, hem de bir devlet başkanı idi).
- Cihada izin verilmesi.
624 - İslam'da ilk harb olan şanlı Bedir zaferi ve küfrün elebaşısı Ebû Cehil'in öldürülüşü (Yerine Ebû Süfyan’ın geçmesi).
- Ramazan orucunun ve zekâtın farz kılınışı. İlk bayram namazı.
- Peygamberimizin kızı ve Hz Osman'ın hanımı Rukiye'nin vefatı.
- Peygamberimizin kızı Hz. Fatma ile Ebû Talib'in oğlu Hz. Ali'nin evlenmesi.
- Yahudilerin müslümanlara karşı düşmanca harekete başlamaları, münâfıkların türemesi.
625 - Uhud harbi, Hz. Hamza'nın şehid olması.
- Hz. Hasan’ın doğumu (Ramazan ayında)
- Peygamber Efendimizin Hz. Ömer’in kızı Hafsa ile evlenmesi.
- Reci’ vak’ası: İslâm’a davet için çevre kabilelere gönderilen muallimlerden dördünün şehid edilmesi, Zeyd ve Hubeyb’in Mekkeliler’e satılması ve şehid edilmesi.
- Bi’r-i Maûne faciası: Necid’e gönderilen 70 muallimin şehâdeti.
- Benî Nâdir Gazvesi: Şımaran Yahudilerin sürgün edilmesi.
- Hz. Hüseyin’in doğumu. (Şaban ayında)
- Tercüme işlerinde Yahudilere güven kalmadığından Hz. Peygamberin Zeyd b. Sabit'e İbrânice öğrenmeyi emretmesi.
626 - Dûmetü’l Cendel Gazvesi. Suriye'de toplanan eşkıyalar dağıtıldı.
- Peygamberimizin Ümmü Seleme ile evlenmesi.
- İçki ve kumarın haram kılınması.
627 - Hendek (Ahzab) Harbi: Medine'yi kuşatan müşriklerin perişan olmaları.
- Hendek harbinde hainlik eden Benî Kureyza Yahudilerin cezalandırılmaları.
- Peygamberimizin, halasının kızı Cahş kızı Zeyneb’le evlenmesi.
- Müreysî (Benî Mustalık) Gazâsı: Bu kabile Medine’ye saldırmak istediğinden susturuldu. Dönüşte ifk (Hz. Aişe’ye iftira) dedikodusu yayıldı.
- Teyemmüm meşrû kılındı.
628 - Hudeybiye Antlaşması. Bazı şartları ağır görülen bu antlaşma müslümanlar için siyâsî bir zaferdi. Çünkü, bu antlaşma ile Mekke müşrikleri İslam Devleti'ni resmen tanımış oluyorlardı. 10 yıllık ateşkes süresi içinde Peygamberimiz (s.a.v.) Kureyş tarafından emîn olarak tebliğ faaliyetlerini rahatça sürdürebilecekti. Bu sayede zamanın hükümdarlarını İslâma davet fırsatını buldu. Mektuplar göndererek onları İslâm’a çağırdı. (Bizans İmparatoru Heraklius’a, İran Kisrâsı Perviz’e, Mısır Azîzi Mukavkıs’a, Habeşistan Necâşîsi’ne, Yemen Vâlisi Bâzân’a, Bahreyn, Umman, Dımeşk (Şam) ve Yemâme emirlerine elçiler ve mektuplar gönderdi. Yemen Vâlisi, Bahreyn ve Umman emîri, Habeş Necâşîsi (gizli) Müslüman oldu. Heraklius ile Mukavkıs elçilere iyi davrandı.)
- Hayber'in Fethedilmesi. Hz. Ali'nin dillere destan kahramanlıklar göstermesi, Yahudilerin baş cengâveri (savaşçısı) Merhab'ı bir hamlede yere sermesi.
- Fedek Yahudileri’nin vergiye bağlanması.
- Bir Yahudi kadının Hz. Muhammed'i (zehirli etle) zehirleme girişimi.
- Peygamberimizin Hz. Safiyye ile evlenmesi.
- Mut’a nikâhının yasaklanması.
- Mekke'den Habeşistan'a göçmüş olan müslümanların Câfer-i Tayyar başkanlığında Medine'ye dönmeleri. Necâşi tarafından Peygamberimize gıyaben nikâhlanan Ümmü Habibe vâlidemiz de bu kafiledeydi.
- Bizans-İran savaşı. İran’da müthiş veba salgını.
629 - Hudeybiye Antlaşması hükümlerine göre müslümanların Kâbe'yi ziyaret etmeleri (Umret’ül Kazâ).
- Halid bin Velid ve Amr İbnü’l As'ın müslüman olup Medine’de müslümanlara katılması.
- İran’ın Yemen Vâlisi Bazan’ın Müslüman oluşu.
- Mu’te Harbi. İslam sancaktarı Zeyd bin Hârise, Cafer-i Tayyar ve Abdullah bin Revâha'nın peşi peşine şehit olmaları. Halid bin Velid’in askerî dirâyeti sayesinde üç bin kişilik İslam ordusunun, yüz bin kişilik Bizans ordusuna zor anlar yaşatması ve ordunun fazla zâyiat vermeden geri çekilmesi. Mu’te Savaşı, Suriye’de müslümanların Bizans'la ilk karşılaşması idi.
- Zâtu’s-Selâsil Olayı’nda Amr İbnü’l As’ın kumandanlık etmesi.
630 - Mekke'nin Fethi, Kâbenin putlardan temizlenmesi. Gâlibin mağlupları toptan affederek dünyada eşine rastlanmayan bir büyüklük göstermesi. İşte İslâm İnkılâbı!..
- Ebû Süfyan ve oğlu Muaviye’nin Müslüman oluşu.
- Huneyn Gazâsı ve Evtas Savaşı.
- Taif’in muhasarası, putlarının Ebû Süfyan ve Mugîre’nin eliyle yıkılması.
- Savaş esirleri arasında (Halime’nin kızı) süt kardeşi Şeymâ’yı görünce serbest bırakması ve Hevâzîn heyetine bütün esirlerin serbest bırakıldığını bildirmesi.
- Savaş ganimetlerinden müellefe-i kulûba (kalpleri islâma ısındırılacak olanlara) hisse verilmesi.
- Çevredeki bazı Arap emirliklerine elçiler göndermesi.
- Kasîde-i Bürde şairi Kâ'b bin Züheyr'in Peygamberimizin huzuruna gelerek “Bânet Suâdü” diye başlayan meşhur kasîdesini okuması ve "Peygamber etrafı aydınlatan bir meşaledir, her fenâlığı kökünden kazıyan Allah'ın kılıçlarından biridir" beytini söyleyince Efendimizin çok memnun olması ve Hırka-i Şerîf’ini hediye etmesi.
- Kızı Hz. Zeyneb'in vefatı. Eşi Mâriye’den oğlu İbrahim’in doğumu.
- Mescid-i Nebevîde üç basamaklı bir minber yapılması.
- Tebük Seferi. Peygamberimizin son gazâsı. Bir çatışma olmadı ama çok zor şartlar altında dünyanın en büyük devleti olan Bizans’a karşı 30 bin kişilik bir ordunun gönderilebilmesi askerî ve siyâsî bir zaferdir.
- Münafıkların Tebük Seferi'ne katılmaktan kaçınmaları ve toplandıkları fesat yuvası Mescid-i Dırar'ın yıktırılması.
- Sulh ve sükûn devresi. Elçiler yılı (Senetü’l Vüfûd). 70 kadar kabileye heyetler ve muallimler gönderilmesi, bütün kabilelerden gelen heyetlerin Müslüman olduklarını arz etmeleri.
- Sevgili oğlu İbrahim'in vefatı. Necâşî için gâib namazı kılması.
631 - Hz. Ebubekir’in hac emirliği.
632 - Peygamberimizin (ilk ve son) Vedâ Haccı ve yüz bini aşkın hacıya yaptığı Vedâ Hutbesi. İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi’nden asırlarca önce insan haklarının ilânı.
- Müslümanlığın hemen hemen bütün Arabistan’a yayılması. (M. Hamîdullah’ın tahminine göre müslümanların sayısı bu sırada 400. 000 idi.)
- Peygamberimizin Bakî Mezarlığı'na esrârengiz bir ziyaret yaparak âhirete göçmüş mü'minleri selamlaması ve şehidlere duası.
- Vefâtından üç gün önce Hz. Ali ile Fahd’a dayanarak mescide gelip cemaata namaz kıldırması, ashâbına hayır temennîlerde ve son tavsiyelerde bulunması.
Fazîlet dolu nurlu bir hayattan sonra bu fânî âlemden ebedî âleme göç etmeleri ve ruhunun Refîk-i A’lâ’ya (Yüce Dost'a) yükselişi.